Savaş, gerilim ve uyuşmazlıkların hiç eksik olmadığı, etnik ve dini sembollerin hâkim kılındığı Ortadoğu’da sular durulmuyor.
Türklerin; Atatürk’ün önderliğinde başlatılan demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti yapı taşlarının döşendiği tam bağımsızlık mücadelesini kutladığı yıl dönümünde, İran İslam Cumhuriyeti’nden dikkat çekici bir haber geldi.
Radikal dinci kimliğiyle tanınan Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü, değişik yorumları içerse de tam manasıyla açıklığa kavuşturulması beklenmemelidir.
Ama tedbirsizlik ama kaza ama suikast olarak isimlendirilsin, böylesine olaylara kurban giden siyasetçilerin akıbetinin nedeni hep bilinmez olmuş, hep gizemini korumuştur.
Zaten, açıklanan ön rapor da oldu bitti, kül oldu gitti anlamında.
Olayın en ağır yönü, kaza kırımın yaşandığı anda kol uçuşunda bulunan diğer iki helikopterin ya kayıtsızlığı ya çaresizliği ya da iradesizliğidir.
Konu bir cumhurbaşkanı olunca, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaverinin göstermiş olduğu yüce gönüllü davranışı hatırlamakta yarar var.
10 Kasım, Salih Bozok’un “Gidiyorum, işim bitti artık.” dediği gündü. Ulu önderin ölümü üzerine, “Başkomutan yaversiz gidemez!” diyerek, uzun süredir planladığı gibi kalbine kurşun sıkarak intihar teşebbüsünde bulunmuştur.
Silahları ile güç gösterisi yapan, himaye ettiği Hizbullah ve Husiler’le coğrafyasında İsrail ile birlikte yıkıcı politikalar uygulayan İran’ın, cumhurbaşkanlarına kısa sürede ulaşamaması, bir ibret vesikası olarak tarihlerine geçecektir.
İran makamlarının kötü hava şartları ve yoğun sis nedeniyle üçüncü taraflardan yardım talebinde bulunması bir zayıflık, bir yetersizliktir.
Ülke insanınca sevilir ya da sevilmeyebilir ama konu insan hayatı ve onun ötesinde yürütmenin başı olunca karşılaşılan bu ve buna benzer acı sonlar, sanırım yaşam sürecinde en istenmeyen durum olsa gerek.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reis’inin imzasıyla geçtiğimiz yıl Meclise gönderilen “İffet ve Başörtüsü Kültürünün Desteklenmesi” yasa tasarısı, halkın geneline yakınından büyük tepki almıştı.
Öte yandan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, Şam Konsolosluğu’nun vurulması, ülke içinde meydana gelen patlamaların yanı sıra İsrail’e karşı beklenen ve etkili cevabın verilememesi, içerde hoşnutsuzluk yaratmış, dış dünyada da sorgulanır hale getirmişti.
İzlediği politikalarla sertlik yanlısı duruş sergileyen cumhurbaşkanının ölümünün, dünya ve halkının üzerinde derin bir etki bıraktığı da söylenemez.
İran, demokratik rejime geçemeyen melez rejimler kategorisindedir.
Otoriter yönetimlerin temel becerisi, kendi halklarından gelen tehditleri kontrol edebilmek için sürekli çıkarttıkları yasalarla, önce yargı ve devamında güvenlik güçleri aracılığıyla ülkeyi dizayn etme ve kontrol etme çabalarıdır.
Bugün ülkede çift başlı yönetim hakimiyeti vardır.
Bir tarafta devrimin koruyucusu dini lider, diğer tarafta ise yürütmenin başı cumhurbaşkanı.
İdaredeki bu durum, öncelikle Devrim Muhafızları ile Ordu arasında bir rekabete neden olmaktadır.
Devrim Muhafızları “korkutmaya dayalı kültürü” ile siyaset, ekonomi, güvenlik ve istihbarat alanlarında faaliyet gösterirken, ordunun görevi ulusal sınırları korumaktan ibarettir.
Durmaksızın kötüye giden ekonomi, cinsiyetteki eşitsizlik, kadınların rejime karşı duruşları ve üst yönetimdeki irade farklılıkları buz dağının görünen yüzüdür.
Mevcut iktidar yapılarını korumak için bireysel özgürlüklere pranga koyarak, yaşam alanına müdahalede bulunan ülke modelinin en belirgin örneklerinden olan İran da yaşanan trajik olayın, kısa vadede bir rejim değişikliğine yol açması beklenmemelidir.
Daha önceki seçimlere tek aday olarak katılan İbrahim Reisi’nin yerine haziran ayının son haftasında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi, İran’ın geleceğine ve uyguladığı politikalara nasıl bir damga vuracaktır?
Bekleyelim, görelim.
Son sözse; Baskı istikrarsızlık yaratır.
İsmet Hergünşen