Kıta gücü ve deniz gücü dengesinin değişimi 

Yüzyıllar boyunca deniz gücüne sahip olanlar dünya düzenini belirledi. Tarih boyunca gereken teknolojiyi ve insan gücünü yetiştirerek denize çıkabilen uluslar yerkürenin yeni zenginliklerine karadaki engellere muhatap olmadan erişebildiler. Küresel erişim, küresel güçleri doğurdu. İster adada ister kıtada yani kara coğrafyasında oluşsun deniz güçleri okyanusa çıkabildiği andan itibaren gücün doruğuna eriştiler. Böylece deniz imparatorlukları ortaya çıktı. Rakipleri daima kıta imparatorlukları oldu. Her ikisini kurmayı başaran imparatorluklar da olsa da  son sözü daima denizde güçlü olan söyledi. Kıta imparatorlukları kısa ömürlü olurken, denize çıkan ve geri dönmeyen güçler kalıcı üstünlük sağladı. Gezegenin coğrafyası, tarihin akışı ve ulusların karakteri jeopolitik ortamı kendiliğinden oluşturdu ve ortama uygun senaryolar ortaya çıktı. Ancak her senaryoda belirleyici unsur yine denizler oldu. Gücünü denize dayandırmayan her imparatorluk sonunda çöktü. Büyük İskender karada güçlüydü. Deniz imparatorluğu kuramadı. Tarihin en uzun imparatorluğu sayılan Roma İmparatorluğu Akdeniz’in tamamı ve Atlantik kıyılarıyla İngiltere adasının bir kısmına hâkim olmakla birlikte bu yayılmayı kara gücü ile elde etti ancak bölündü. Moğollar Avrasya steplerinden denize çıkmadılar. Asya’nın ipek ve baharat yolunu kontrol ederek ekonomik gücü kontrol ettiler. Denize çıkmadılar ve 100 yılda dağıldılar. Bugünkü AB’nin genetik kodlarının sahibi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu da deniz imparatorluğu kuramadı. Osmanlı İmparatorluğu kıtasal imparatorluk olarak üç kıtada etkili oldu ancak Akdeniz dışında diğer okyanuslarda deniz varlığı gösteremedi. Çöküşü denizden gelen istilalarla gerçekleşti. 

PAX BRITANNICA

Diğer taraftan 19. yüzyıl başında Protestan İngiltere’nin denizleri kontrol süreci başlamıştı. Denizci ve deniz devleti, yavaş yavaş deniz imparatorluğuna dönüşüyordu. Teknoloji, insangücü, üretim gücü ve sermayesi ama en önemlisi üsler zinciri ile Admiralty (Amirallik) adı altında kurumsal bir stratejik aklı vardı. İstediği yer ve zamanda deniz ticaret rotalarını kesebiliyor, abluka uygulayabiliyor, rakibin ticaretini mahvediyordu. 18 yüzyıl sonunda sitim ve zemberekli saati bulunca bir de üstüne 19. Yüzyıl başında Fransa ve İspanya’yı yani iki kıta devletinin donanmasını Trafalgar’da yok edince 100 yıl sürecek Pax Britannica veya tam anlamıyla deniz imparatorluğu dönemini yaşadı.  Dünya Okyanus ve denizlerini kontrol eden güç olarak yüzyıllar boyunca kıtadaki rakiplerini başarılı bir şekilde engelledi ve dünya ticaretinin ve küresel denizciliğin bugüne kadar devam eden kurallarını dayattı. Ticaret, denizcilik gücünü geliştirecek alt yapıyı ve zenginliği üretiyordu. Nasıl ki ünlü Prusyalı stratejist Clausewitz (1780-1831) ‘’On the War –Savaş Üzerine’’ eserinde güçlü devlet olmak için halk, hükümet ve askeri güç ‘’üçlüsünün’’ vaz geçilmezliğine vurgu yapıyorsa, Amerikan deniz gücü teorisyeni Amiral Mahan da ‘’ulusal zenginlik, ticari güç ve deniz gücü’’ üçlüsüne vurgu yapıyordu.  Bu yönü ile deniz gücü sadece jeopolitiği değil aynı zamanda jeoekonomiyi de destekler. Mahan’ın söz konusu üçlüsünün yanına bugün kültürel ve teknolojik ekosistemler de eklenebilir.  İngiltere’nin yüzyıllarca rakibi olan Fransa en güçlü döneminde yani 14. Louis zamanında Colbert gibi bir deniz stratejisti bakanın varlığına rağmen denizde İngiltere’yi geçememişti. Bunun temel nedeni askeri gücü ile ticari gücünün kıtada aşırı jeopolitik hedeflere odaklanarak karada gereksiz savaşlarla yıpranmasıydı. Fransa o dönemde teknolojide İngiltere’den bazı alanlarda çok daha ileri olmasına rağmen kara yolu ile yayılmayı deniz yolu ile yayılmaya tercih edince sonuçta Amerika kıtası ve Hindistan’daki sömürgelerini İngiltere’ye karşı kaybetmişti. Halbuki Colbert, Fransa’nın zenginleşmesi için ticaretin ve donanma gücünün artışını desteklemiş ve bu alanda önemli reformlar yapmıştı. Hollanda da benzer tuzaklara düştü. Sadece ticaret ve ekonomik zenginliğe odaklandı. Güçlü bir donanmanın ticaret ve ekonomik zenginlik ekosisteminin devamlılığı için gerekli olduğunu ihmal etti. İngiltere, askeri güç ile desteklenen ve idame edilen bir ticaret sistemi yarattı. Ticaret sistemi 7. Henry’nin yün ticaretine; güçlü donanma ise Cromwell cumhuriyetinin attığı temellere dayanıyordu. Kurdukları sistem 1945’e ve en sonunda 1956 yılına kadar dayandı.

PAX AMERICANA

Ada ülkesi İngiltere’nin deniz imparatorluk mirasını, artan nüfusu, üretim ve teknoloji gücü, Protestan ahlakına dayalı ticaret gücü, sivil savaş sonucu ulusal bütünlüğünü sağlamış olması ve en önemlisi okyanus jeopolitiğine dayalı coğrafyası ile 20. Yüzyıl başında ABD devralmaya başladı. İki akraba devlet arasındaki hegemonya devir teslimi 1890 yılında başladı ve tam anlamıyla 1956 yılında tamamlandı. Bu süreç çatışma ve rekabet yaşanmadan tamamlandı. ABD deniz imparatorluğunu Pax Americana dediği deniz hegemonyasına dönüştürdü. Hegemonyasını 21. Yüzyıl başına kadar iki yolla dayattı. Birincisi kendisine rakip olan veya olacak devletleri çevreleyerek, parçalayarak, rejim değişikliği yaparak etkisiz hale getirmeye çalıştı. İkincisi küresel deniz ulaştırması için kritik olan düğüm noktalarına yakın yerlerde deniz üsleri kurarak ya da ittifak sistemleri üzerinden Amerikan ateş gücünü caydırmak ve önlemek için hazır tuttu. ABD, 20. yüzyıl ortasında İngiltere’den devraldığı deniz hegemonyasını kendi imparatorluğunu sürdürmek için uzun süre korudu ve soğuk savaşı kazandı. Deniz merkezli düzen ABD jandarmalığında güven ve emniyet içinde çalışırken kendisine karşı çıkanları ateş gücü, siyasi ya da ekonomik gücü ile yok ediyordu. Yani denizde bir nevi mafya düzeni kurulmuştu. Doların, kendilerine göre tarif edilen demokrasinin, liberal kapitalizmin, IMF, Dünya Bankasının dayattığı ekonomik sistemi kural temelli dünya paradigması içinde sunarken ticaret yollarını açık tutuyordu. Deniz güçleri aynı zamanda denizden elde ettikleri servet birikimini kıta devletlerini ekonomik savaş, ambargo, abluka ile yıpratmak için ya da kıta devletinin siyasetçileri ve devlet adamlarını satın almak için kullanırlardı. ABD soğuk savaşta tam da bunları yaptı.

KÜRESEL DÜZENİN OMURGASI OKYANUS VE DENİZLER

 

Bugün denizlerin gerek insan hayatı gerekse jeopolitik gelişmeler üzerindeki etkisi artarak devam ediyor. Zira insanoğlu dörtte üçü deniz suyu ile kaplı bir gezegende yaşıyor. Dünya nüfusunun yarısı sahillerde yaşarken, küresel üretimin üçte ikisi kıyılarda gerçekleşiyor. Dünya ekonomisinin atardamarı küresel ticaretin yüzde doksanı denizi kullanıyor. Enerjinin önemli bir kısmı deniz diplerinden elde ediliyor ve deniz ulaştırması ile naklediliyor. Haberleşmenin neredeyse tamamına yakını denizaltı kablolarına bağlı. Kısacası bugünün dünya düzeni deniz merkezli olmaya devam ediyor. Bu düzen insanlığa bir yandan fayda sağlarken diğer yandan ABD’nin deniz gücünü, geçmiş hegemonların yaptığı gibi emperyalizm aşamasına geçen kapitalizmin savaş ve yıkım gücü olarak kullanmasına olanak sağladı.

GERİLEYEN ABD DENİZ GÜCÜ VE YÜKSELEN ÇİN

ABD, Soğuk Savaş sonrası donanmasını küçülttü, ticaret filosunu ihmal etti, tersane kapasitesini kaybetti. Bugün Amerikan donanması 291 gemiyle tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor; benzer şekilde gemi inşa yetenekleri altyapısı ciddi gerilemeye girdiğinden en yakın ve önemli rakibi Çin’in çok gerisinde. ABD’nin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası İsrail jeopolitiğine öncelik vererek yanlış stratejilerle kıta paradigmasına kayması deniz hegemonyasını zayıflattı ve kıtasal güçlere alan açtı. Zayıf rakipler karşısında sonsuz savaşlar döngüsüne girdi. Kendi girişimi olan küreselleşmeyi korumacılık, tarifler savaşı ve yaptırımlarla zayıflattı. Diğer yandan Çin’in 21. Yüzyıl başından itibaren denize çıkışı ve teknolojideki devrimler geleneksel kıta ve deniz jeopolitik teorilerini değiştirdi. Özellikle 1990 sonrası Çin, klasik kıta devleti refleksinden çıkıp Mahan’ın üçlüsünü (ekonomik büyüklük, ticaret ağları, donanma gücü) benimseyerek tarihte eşi görülmemiş bir hızla denizcileşti. Bugün, 750’den fazla savaş gemisine, 8500 ticaret gemisine ve 1200’e yakın tersane ile dünyanın en büyük gemi inşa kapasitesine sahip. Dünyada dakikada 1600 konteyner (kutuyük)hareket halinde ve bunun yarısına yakını Çin limanlarında ya yükleniyor ya boşaltılıyor.  Dünyada inşa edilen tüm gemilerin %50’ye yakını Çin’de üretiliyor. ABD, 1920 tarihli Jones Act (Kanunu) sayesinde kendi tersanecilerini koruyor ama korunacak tersane sayısı hızla azalıyor. Amerikan Donanma Bakanının ifadesi ile ‘’Çin, bir yılda ABD’nin 7 yılda ürettiği gemiyi üretebiliyor.’’ Soğuk savaş başında ABD donanmasının 11 askeri tersanesi vardı. Günümüzde ise askeri tersane kalmadı. 7 civarında sivil tersane var. Bu sayı Çin’de birkaç düzine. ABD’de bugün mevcut 154 sivil tersane savaş durumunda savaş gemisi üretimine yönelebilir. Çin’de ise bu sayı 1200 tersane. ABD’nin diğer bir sorun alanı nitelikli deniz piyade ve denizci er/erbaş bulma sorunu. Bunun yanına tersanelerde çalışacak ciddi eleman sıkıntısı içindeler. Amerikan tersanelerinin Çin ile arayı kapatabilmeleri için 30 yıla ihtiyaç var.

Çin’in ABD gibi denizaşırı üsleri yok, ancak yer küre üzerinde beş kıtada onlarca ülkede 100’den fazla limanda yatırım veya finansal kontrole sahipler. Dünya konteyner trafiğinin yarısına yakınını yönetiyor. Çin, Kuşak ve Yol (BRI) sayesinde kıtayı bir yandan karasal hatlarla birbirine bağlarken diğer yandan “geri dönüşsüz” şekilde okyanusa açıldı. Çin, teknolojik devrim, üretim gücü ve donanmanın okyanuslara çıkması ile küresel düzeninin yeni denizcisi oldu. Devrimsel bir dönüşümle paradigmaları alt üst etti. 

KITA GÜÇLERİ DENİZCİ OLUYOR

Çin, Rusya ve Hindistan gibi kıta güçleri de farklı enstrümanlarla denize çıkıyor ve geri dönmemek üzere orada kalıyor. Bu da tek kutuplu Atlantik düzeninin sonunu ve çok kutuplu bir dönemin kesinleştiğini gösteriyor. Atina Şehir Devletleri döneminden bu yana tarihte yaşananlar paralelinde temel tez uluslararası sistemdeki büyük güç rekabetinin, esasen kıtasal güçler ile denizci ve deniz-ticaret odaklı güçler arasındaki jeopolitik ayrışmadan doğması üzerine oturtulmuştu. Bu tez doğruydu. Kapitalizmin genişlemesi ile deniz gücünün genişlemesi ayrılmaz ikiliydi. Venedik, Hollanda, İngiltere, ABD ve bugün Çin bu paradigmaya uygun deniz gücü ve kapital gücüne sahip olmuşlardı. Kıtasal güçlerin temel kaynağı topraktı. Komşuları potansiyel tehdit ya da fetih alanı olarak gören kıta güçleri ordularını büyütüyor ve sürekli savaşlarla refahlarını tüketiyorlardı. Napolyon Fransa’sı, Nazi Almanya’sı tarihteki en güzel iki örnektir. Deniz güçleri için ise zenginlik ve ticaret, yani deniz yollarının güvenliği esastı. Denizleri “ortak alan” olarak görürler ve düzen kurmaya çalışırlardı. İngiltere, Napolyon’u deniz üstünlüğü sayesinde yenmiş, ardından ABD, II. Dünya Savaşı sonrası aynı mantıkla küresel liderliğe yükselmişti. Bugün ABD ile kıta gücü Çin’in küresel deniz güçlerine dönüşüm süreçleri büyük benzerlikler içeriyor. Nasıl ki ABD 1890 yılında ilk kez dünyanın en büyük ekonomisi olduysa, Çin de ilk kez 2010 yılında dış ticarette ABD’yi geçti ve böylece ABD üretimdeki liderliğini 120 yıl sonra kaptırdı. (Bugün Çin %30, ABD %17 paylara sahip.) ABD büyümeye başlarken jeopolitik bütünlüğünü sağlamak için önce güney (Meksika) ve kuzeyini (Alaska-Kanada) emniyete almış daha sonra Pasifik (Hawaii-Filipinler) ve Güney-Orta Amerika (Karayipler) bölgesine el atmıştı. Çin de önce Tayvan Boğazı, Güney ve Doğu Çin Denizleri ve deniz yetki alanlarında genişlemeye çalışıyor. Zira denizlerin diplerinin, karalardan çok daha kıymetli olduğunu çok iyi biliyor. Bir yandan donanmasını büyütürken, harekât çapını genişletiyor. Mahan’ın öngörüsüne karşın ABD’nin 20’nci yüzyılda terk ettiği deniz gücünün diğer bacağı olan deniz ticaret filosu ve tersanelere yani denizcilik gücüne olağanüstü yatırım yapıyor. Çin, Malakka Boğazına bağımlılığının farkında olarak Güney Çin Denizini kendi kontrolünde tutma yolunda büyük yol kat etti. Çin’in denizcileşme ivmesi tarihte örneği görülmemiş şekilde yükselişte. Donanması ve geliştirdiği silahlar sayesinde batının müşterek ve birleşik deniz gücünü savaş zamanı birinci ve ikinci adalar zinciri içine sokmayacak derecede güçlü. Rus teknolojisini kullanarak geliştirdiği hipersonik/balistik füzeler ile denizaltıları Amerikan 7. Filosunun karabasanı durumunda. Rusya’nın 2021 yılında Arktik rotalarını kendi kontrolünde yıl boyunca kullanıma açması Mac Kinder’ın kalpgâhını artık kıtasal yapıdan denizci yapıya sokuyor. Eriyen buzlar Rusya’nın ve dolaylı olarak Çin’in deniz jeopolitiğinin yapısını değiştiriyor. 

KITA, DENİZİ YENİ ENSTRÜMANLARLA ZORLUYOR

Son 500 yıldır, Kuzey Atlantik, dünyanın jeopolitik ve jeoekonomik merkeziydi. 19. ve 20. yüzyıllarda Kuzey Atlantik’teki Anglosakson/AngloAmerikan kontrolü, her ikisi de deniz gücü olan ABD ve İngiltere’nin dünya savaşlarını ortaklaşa ve eşgüdüm içinde yönetmesine yardımcı oldu. Hem dünya savaşları hem de Soğuk Savaş sırasında, ABD’nin Doğu Kıyısından İngiltere’ye ve Batı Avrupa limanlarına kesintisiz erişim ABD ve sonra NATO’nun, Avrupa üzerindeki kontrolünün temeli oldu. Böylece bölünmüş Avrasya’da Amerika adası ile eski sömürgeci geleneği koruyan Batı Avrupa yarımadası (AB) arasında doğrudan deniz bağı kurularak ve 1949 yılında kurulan NATO ile emniyeti sağlanarak dünya üretim ve ticaretinin merkezi konumunda olan, batı dünyası dediğimiz varlığın jeopolitik çevresi ABD adasına eklenmiş oldu. Washington Oydaşması artık tüm dünyaya yayılabilirdi. Demokrasi, insan hakları, terörle mücadele ve kurala dayalı uluslararası düzen söylemlerinin aldatmacası altında dolar, Dünya Bankası, IMF, Amerikan çok uluslu şirketleri, askeri endüstri devleri, Amerikan Düşünce Kuruluşları, Silikon Vadisi, New York Borsası ve Hollywood küresel sistemin asli yöneticileri olmuştu. Donanma, hava kuvvetleri deniz piyadeler, uçak gemileri ve üsler zinciri ile desteklenen bu yapı ABD’yi Berlin Duvarının yıkılmasından sonraki 30 yıllık küreselleşme döneminin tek hegemonu yaptı. Zira okyanusların ve deniz yollarının kontrolü tamamen ele geçirilmişti.  ABD bu zaferin getirilerini her hegemonun sonunu getiren daha çok kazanma ve önlenemeyen jeopolitik ihtiras sonucu kısa sürede tüketti. Kontrolsüz Amerikan gücünün karşısına önce kendi yarattığı karmaşa ve savaşların kontrol edilemezliği çıktı. Bu arada soğuk savaş sonrası son derece hızlı küçülen donanmasını tekrar toparlayamadı. Ancak karşısına önceden hiç tahmin edemediği bir duvar çıktı. En çok korktuğu şey başına gelmişti. Asya’nın en büyük iki gücü Rusya ve Çin ittifak kurmuştu. Altın kural bozulmuştu. Amerika adasının her iki kıyısının karşısındaki Avrasya’nın bölünmüşlüğü artık ortadan kalkmıştı. Soğuk savaş zaferinden 20 yıl sonra Rusya ve Çin, Avrasya Adasının kuzey ve doğu kıyılarını konsolide etmekle kalmamış, her iki güç kenar kuşak kıyılarından itibaren denize çıkmıştı. Bu ikiliye 2025 sonbaharında Hindistan da eklendi. 21. Yüzyılda ağırlık merkezi Asya Pasifik havzaya kaydı. Asya, Rusya’nın enerji kaynakları ve askeri yetenekleri, Çin’in askeri, ekonomik ve demografik gücü ile yeni güç merkezine dönüştü. Deniz ulaştırma hatlarının yük, liman ve sefer yoğunluğu artık Asya Pasifik ağırlıklı. Bu hatlara ek olarak Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla Mackinder‘in Avrasya konsolidasyonu gerçekleşti. Demiryolları, karayolları, hava bağlantıları, limanlar, fiber optik kablolar, 5G ve veri akışlarının tümü kıtanın gücü olarak ortaya çıktı. En önemli zafiyet enerjide dışa bağımlılıktı. Sadece şehirleşen Çin nüfusunun değil yapay zekâ kullanan milyonların daha çok enerjiye ihtiyacı olacaktı. 2000 yılında dünya elektrik üretimindeki payı %10 olan Çin’in bugünkü payı %33. Rusya ile yakınlaşarak enerji güvenliğini hem Kuşak ve Yol hem de Arktik Kuzey Rotası üzerinden garantiye aldılar. 

PARADİGMA DEĞİŞİYOR

19. yüzyılın başından bugüne kadar Napolyon Savaşları, Kırım Savaşı, her iki dünya savaşı ve soğuk savaşta deniz güçleri kıta güçlerini yendi. Denizden kıtaya intikal eden ateş gücü arkasındaki ekonomik ve insan gücünü kullanarak kıtaya sıkıştırdıkları ve her türlü enerjiye aç bıraktıkları rakiplerini yenebildiler. Savaşın özü demir ve kandı. Demir ateş gücü ve enerji iken kan çamurda savaşacak askerdi.  Uzak diyarlardan deniz aşarak kıtaya güç intikal ettiren devletler denizde engellenemediği sürece kıtaya gücü intikal ettiklerinde genelde başarılı oluyorlardı. (Çanakkale Savaşları hariç) Bugünün savaşlarında sadece demir ve kan yetmiyor. Güçlerin sınırları artık kesin çizgilerle ayrılamıyor. Günümüzde 80 yıl öncesinde olduğu gibi denizler ve okyanuslar sualtı dünyası hariç kıtadan ayrı bir dünya değil. Denizde satıhtaki ticaret gemileri ve savaş gemileri ile hava sahasında radarlar ile izlenebilen uçaklar ve araçların bağımsız ve gizli şekilde hareket olanakları çok kısıtlı. Tüm taraflar birbirini görebiliyor. Uyduların, siber olanakların, iletişim araçlarının kısacası (C6ISR) Komuta, Kontrol, Muhabere, Bilgisayar, Muharebe Sistemleri, İstihbarat, Keşif ve Gözetleme sistemlerinin baş döndürücü gelişmeleri sonucu ortaya çıkan stratejik ve taktik durumsal farkındalık ve tanımlanmış taktik kara/deniz ve hava resmi elde edebilme yeteneği ile menzilleri havada 400 mile denizde 2000 mile varan süratleri 8-10 mach civarındaki ateş gücü sistemlerinin buluşması yer kürenin satıh ve hava sahasını gerek gözetleme gerekse etki alanı olarak bütünleştirdi. Diğer yandan algı, bilgi, siber savaşlar ve tüm katmanları içeren bilişsel (cognitive) savaşlar en az gemilerin, uçakların ve tankların savaşı kadar önemli hale geldi.  Mahan, deniz yollarını kontrol eden deniz güçlerinin, kara güçlerinden daha etkili olduğunu iddia ediyordu. Ancak bugün kıta güçleri de deniz yollarını kontrol edebiliyor. Yemenli Husiler donanmaları olmadığı halde SİHA, Dron ve füze teknolojilerini kullanarak Kızıldeniz’de 2023 Kasım ayından bu yana çok güçlü Saha Yasaklama (AD) ve Erişimi Engelleme (A2) harekâtı icra edebiliyorlar. Asimetrik savaş konvansiyonel deniz savaşının kalıplarını değiştiriyor. 2000 dolarlık bir kamikaze dron milyar dolarlık muhribin atış kontrol radarına çarptığı anda 8000 tonluk savaş gemisini kör edebiliyor. Kısacası gerek ateş gücü ile intikal araçları gerekse menziller değişti. Ayrıca keşif ve gözetlemede sınırlar ortadan kalktı. Bugün bir kıta gücünün denize çıkış olanakları ortadan kalksa bile denizdeki hedeflere kıta içinden müdahale edebilecek konumunu koruması mümkün. Siber ve uzay ortamına yönelik silahlar ile denizaltılar ve uzun menzilli kinetik hipersonik silah sistemleri artık dünyada hiçbir güce tam anlamıyla deniz kontrol olanağı tanımıyor. Asya’da Çin ve Rusya, kara ve deniz stratejilerini birleştirerek denizde kalıcı bir ortaklık kurdular. Bu çerçevede hipersonik füzeler, balistik “uçak gemisi katil” silahları, sürü ya da tekli SİHA sistemleri, insansız deniz araçları (suüstü ve sualtı), denizaltılar, siber ve uzay silahlarının yaygınlaşması ile “mutlak deniz kontrolü” kavramı geçerliliğini yitirdi. Artık menziller ve süratler kıtanın içinden denize ulaşmayı sağlıyor. Uydu ağları, GPS/Beidou bağımlılığı, fiber optik denizaltı kabloların kırılganlığı ile siber sistemlerin dijital saldırılara hassasiyeti ister kıta gücü isterse deniz gücü olsun tüm tarafların C6ISR üstünlüğünü belirsiz hale getirdi. Bu nedenle artık “deniz yollarının tam kontrolü” Mahan dönemindeki kadar kesin ve belirleyici değil. Bugün kıtanın gerek karada gerekse denizde oluşturduğu gücü denize, siber/uzaya eriştirme ve olayları etkileme yeteneği belirleyici hale geldi. Bu birleşim, Atlantik’in tek taraflı hegemonik gücünü kırıyor. Çin ve Rusya’nın ittifakı bunun somut haline dönüşmüş durumda. Kuşak ve Yol gibi Kara ulaşım ağları (BRI); Arktik Okyanusundaki Kuzey Rotası, hipersonik füzeler, güçlü denizaltı filoları; uzay/siber kapasite artışı; ekonominin savaş ekonomisine dönüşüm hızı ve halkın bilinçlendirilmesi batının deniz üstünlüğünü elinden alan en büyük güç faktörlerine dönüştü. Kısacası 21. yüzyılın savaş alanı artık çok farklı. Kıta artık yalnız değil. Kara hatlarını denizle kalıcı bir şekilde bağlayan, hipersonik füzelerle okyanuslara uzanan ve siber/uzay boyutunda deniz üstünlüğünü tartışmalı hale getiren yeni bir ortaklık doğdu. Asya’da Çin’in Rusya, Kazakistan, Pakistan ve İran ile kara üzerinden kurduğu ulaştırma ağı denizde bir gerilemeye karşı gerek Çin gerekse Rusya’ya özellikle savaş lojistiğini idame için alternatifler sunmaktadır. 2025 Eylül ayı başında yapılan 25.ŞİÖ Zirvesinde Hindistan’ın da Asya’daki bütünleştirici sürece dahil olması ve en önemlisi Rusya ile Çin arasında ‘’Sibirya’nın Gücü 2’’ doğal gaz ve petrol boru hattının inşasına karar verilmesi deniz ile kıta arasındaki mücadelede devrimsel değişiklikler yaratacak özelliklere sahip. Kısacası Asya, Çin ve Rusya liderliğinde Mahan ve Mackinder’ın bir sentezini uyguluyor. Mahan’ın küresel güç olmanın anahtarı olarak gördüğü ünlü ulusal zenginlik, ticari güç ve deniz gücü üçlüsü, bugünün küresel konjonktürüne dönüştürüldüğünde karşımıza ekonomik büyüklük, tedarik zincirlerinin genişliği ve başta donanma olmak üzere askeri gücü öne çıkarmaktadır. Bu üçlünün ayrılmaz parçası olan teknolojik üstünlük de ekonomik büyüklük, ticari güç ve donanma gücü ile ilintilidir. Bugün Çin, Mahan’ın sadece jeopolitik değil, jeoekonomik sonuçlara söz konusu üçlüsünü ABD’den çok daha etkili uyguluyor. Kısacası Asya’nın bir daha Mahan’a teslim olmayacağı bir döneme girdik. Bu kapsamda en büyük avantajları hem Rusya hem Çin’in güvenlik devleti olması. Aksi takdirde dini ve etnik kışkırtmaları kontrol etmeleri ve renkli devrimleri önlemeleri çok zor olurdu. Zira sınırsız dolar basma imkânı olan İsrail etkisindeki ABD neoconları ve finans kapital oligarşisi, istediği her ülkede kendi vatanına ihanet edecek kişileri ve toplulukları bulabilir. 

SONUÇ

Bugün deniz ile kara arasındaki bu devrimsel buluşma, Atlantik’in tek taraflı tahakküm çağının kapanmakta olduğunun somut gösterisidir. ABD’nin 80’den fazla ülkede yüzlerce üsse sahipken bu denizaşırı üsleri koruyacak donanma ve destekleyecek milli ticaret filosuna sahip olmaması ciddi bir zafiyet yaratıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi yapılmasına rağmen Arktik Okyanusunda batı bloğunun bırakalım deniz kontrolünü, erişimi engelleme (A2) ve alan yasaklaması (AD) yapacak kapasitesinin bile çok kısıtlı imkanlara sahip olması dikkat çekiyor. ABD’nin askeri harcamalarının 1 trilyon dolara dayanmasına rağmen Kızıldeniz’de Husilere karşı kalıcı deniz kontrolü sağlayamaması oksimoron bir tablo ortaya çıkarıyor. Kutuplaşmanın Charlie Kirk suikastı sonrası arttığı, televizyon, sosyal medya, spor endüstrisi ve eğlence kültürü üzerinden Roma’nın arena kültürüne benzeyen şekilde uyuşturulduğu bir konjonktürde ABD’de gelir eşitsizliği büyüyor, orta sınıf eriyor.  Roma’da 2000 yıl önce Askeri Anarşi dönemi gibi ABD’de borç krizi siyasi kutuplaşma ve kurumsal güvenin erozyonu aynı sonucu yaratıyor. Roma’nın teknolojik üstünlüğünü kaybetmesi Germen kabilelerin savaş tekniklerini öğrenmesiyle başlamıştı. ABD bugün Çin ve Rusya’nın ve de Yemen ile İran’ın hipersonik silahları karşısında savunmasız kalıyor.  Roma, eyaletlerden gelen haraç ve tahılla ayakta kalırken, ABD ise bugüne kadar dolar hegemonyası ve petro-dolar sistemiyle ayakta durdu. Ancak BRICS, ŞİÖ ve Kuşak Yol gibi girişimler ile Trump’ın tarifeleri bu bağımlılığı sarsıyor. Kısacası ABD Hegemonyası kaçınılmaz sonuna yaklaşıyor. Bu süreçte ABD’nin İsrail ile ortak hareket etmesi ve İsrail’in soykırım suçlarına verdiği askeri siyasi ve ekonomik destekle ortak olması onun eski konumuna erişmesini imkânsız duruma sokuyor.

TÜRKİYE DERSLERİ

Türkiye’de İsrail’in anavatanımıza saldırısı senaryoları tartışılırken Rum basını, İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) Barak MX hava savunma sistemi teslimatı yaptığını ileri sürdü. Ortalık toz duman. Bu haberler psikolojik harekata yönelik. Ancak gerçekçi olan iki senaryoyu hatırlatalım. Kendi ayağımızla düştüğümüz Suriye Çukurunda İsrail ve ABD ucuz kanı bulmuştur. YPG/PYD İsrail ve ABD adına Türk ordusu ile çatışmaya teşvik edilecektir. Benzer senaryo Kıbrıs için geçerlidir. GKRY artık ABD ve İsrail için tamamen vekile dönüşmüştür. Türkiye’yi kazanamayacakları savaşlarla yıpratmak ancak ekonomik çöküşü hızlandırmak için Suriye ve Kıbrıs topraklarında askeri çatışmalarla kışkırtmaları beklenmelidir. Ancak yol bitmiştir. Türkiye şartlar ne olursa olsun mutlaka direnecektir. Artık hiçbir hegemon, ne okyanusları tek başına kontrol edebilir ne de kıtaları sınırsızca sömürebilir. Bu yeni çağda Türkiye’nin görevi coğrafi gücünü ABD/AB hegemonyasının istekleriyle değil, Asya’nın yükselen gerçekliğiyle tanımlamak olmalıdır. Bu süreç kolay değildir. Türk Boğazları, KKTC ve Mavi Vatan’daki çıkarlarımızı her geçen gün büyüyen deniz gücümüz ile korumak ve geliştirmek kaçınılmaz olarak deniz hegemonyasını Türkiye ile kesin bir hesaplaşmaya itecektir. Bu hesaplaşmada NATO üyeliği işe yaramayacaktır. İsrail, ABD ve AB muhtemelen Suriye’de ve Kıbrıs’ta çıkaracakları silahlı çatışma süreçleri üzerinden zaten kırılgan olan Türk ekonomisini zayıflatmaya ve Türkiye’yi yalnızlaştırmaya çabalayacaklardır. Türkiye o gün geldiğinde ancak Asya güçleri ile bir direniş sağlayabilir. NATO’ya AB’ye taviz vererek onların jeopolitik reçetelerine ortak olarak hiçbir yere gidemez. Unutulmamalıdır ki, ne Kurutuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması sayesinde kazandığımız üç kıtanın birleştiği bu yarımadanın jeoekonomik konumu, ne Montrö Sözleşmesinin kazandırdığı boğaz hâkimiyeti ne Hatay Kaması ile tam kontrolümüze aldığımız İskenderun Körfezi ne de Kıbrıs Barış Harekâtı ile güneyden jeopolitik kuşatmayı kırdığımız KKTC tesadüfen elimizde değildir. Bunlar, bizi denizden kıtaya itmeye çalışanlara karşı mücadelede kazandıklarımız ve sonsuza kadar korumamız gereken tarihsel yükümlülüklerdir. Bugün Mavi Vatan doktrini bu kazanımların halk nezdinde somutlaşmış vizyonunu ifade eder. Bu vizyona erişim için Türkiye, tersanelerini büyütmeli, ticaret filosunu millîleştirmeli, deniz kuvvetlerini caydırıcı seviyede tutmalı, siber ve uzay boyutunda deniz jeopolitiğini ileriye taşımalıdır. Aksi takdirde yarının Kızıldeniz’inde, Akdeniz’inde, Karadeniz’inde kendi kaderini tayin edemez, başkalarının yazdığı oyunun figüranı olur. Unutulmamalıdır ki denize çıkamayan ve denizde tutunamayan yarımada coğrafyasına sahip milletler, tarihin dışına itilir. Türkiye için ders bellidir. Kendi rotamızı kendimiz çizecek, Atlantik’in değil Asya’nın yeni denkleminde tam bağımsız ve denizci bir Cumhuriyet olarak yerimizi alacağız. Deniz uygarlığı çağındayız. Batının son 300 yıllık tekeli çözülürken Asya dalgası yükseliyor. Türkiye ya Mavi Vatan’ını denizcilik gücü ile tahkim edip rotasını kendi çizecek ya da başkalarının haritasında kıyı şeridi olarak kalacak. Seçim nettir. Tarihimizden ve coğrafi gücümüzden aldığımız enerji ile, siber-uzay katmanında derinleşen deniz gücüyle, “denize çıkan ve geri dönmeyen” millet olacağız. Aksin, düşünmek tarihin dışına itilmek demektir.

Cem Gürdeniz