Küresel karmaşanın odak noktasında ve güvenlik hedefleri herşeyin üstünde olan Türkiye, son yıllarda çok bilinmeyenli istikrarsızlık ve belirsizliklere mahkum edilmiş vaziyette.
Uluslararası hukuktan kaynaklı Türkiye’nin hak ve çıkarlarına aykırı sözde dost ve müttefik ülkelerin ittifak oluşturmaları, asker konuşlandırmaları, yaptırımları ve örtülü ambargoları.
Ukrayna Savaşı, Kafkaslarda sınır ihtilafları ve Balkanlarda yeniden ortaya konulmaya çalışılan istikrarsızlık.
Ülkemiz kara sınırlarına dayandırılarak denize çıkış sahası yaratılmaya çalışılan devletçikler.
PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ/IŞİD vb. örgütler ve göç dalgası nedeniyle iç güvenlik kaygıları.
Üniter devlet yapısı ve ulus bütünlüğünün bozulmasına olanak tanıyacak kimlik istismarı.
Türk halkının temel değerlerinin aşağılanmaya maruz bırakılmaya çalışıldığı köktendinci hareketler.
Oy devşirebilmek ve siyasal yaşamı sürdürebilmek için din ve mezhep gibi hassas konularda her geçen dozu yükseltilen söylem ve eylemler.
Laik düşünce zemininden uzaklaşacak ve yaşam alanına müdahale edilecek şekilde yasa marifetiyle toplumu dizayn etme girişimleri.
Bu endişelerin yaşandığı bir ortamda, ilgi ve bilgi alanlarına giren konularda düşüncelerini paylaşan emekli askerleri, demokratik ölçütler dışına çıktığı düşüncesinden hareketle yargılama yanlışlığına düşüyoruz.
Anayasal bir hakkın kullanılması noktasında yapılan açıklama sonrasında bir bardak suda fırtına kopartarak, enerjimizi tüketiyoruz.
Son 15 yıla damgasını vuran kumpas davalarında yaratılan algı mühendisliğini, hain bir darbe kalkışmasına gidilen süreci unutmuşa benziyoruz.
İster asker, isterse sivil olsun siyasi zemine oturtulan her davanın emperyal güçler ve onların maşaları olan devletler tarafından dikkatle izlenmesinin yanı sıra ekmeklerine yağ sürüyoruz.
Hele ki; çevre denizlerimiz, Irak ve Suriye’de gelinen durum ile ekonomik ve sosyal dokuda oluşan tahribatlar ortadayken.
Yapılan açıklama “Deniz Yetki Alanlarımızın Korunması ve Kollanması” ile “Ülkemizin kurucu ve kuruluş değerlerinin anımsatılması” yönündedir.
Nihayetinde; “Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet ve ulus bütünlüğü içerisinde beka ve refahına sağlayacağı katma değerdir.”
Nitekim yaş ortalaması 65 olan askerlerin göstermiş olduğu tavır, bir deniz subayının sadece almış olduğu bir eğitimin sonucu olmayıp, kişisel hak ve özgürlükleri öngören ve olması gereken “hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü”ne olan inançları değil midir?
Son yıllarda, toplumda yaşanan travmatik olayların ironik biçimde bilinçli ve kısmen bilinçsiz olarak yinelenmesi, ülkemiz üzerindeki emperyal güçlerin rejiliğini yapan bir kısım odaklara da güç ve yol verir hale getirilmiştir.
Her yönden kuşatma altına sokulmaya çalışılan bir ülke durumundan kurtulmanın tek yolu, genel durumun doğru analiz edilmesi, birlik ve beraberlik çerçevesinde oluşturulacak dinamik ve güçlü bir iç yapıdan geçmektedir.
Bunun yolu da; temel hak ve özgürlükleri koruyan yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının ayrı olmasını içeren kuvvetler ayrılığı ilkesidir.
Siyasi iktidarların niteliği ne olursa olsun, toplumda esas olan adaletin sağlanması, görüş ve önerilere açık olmasıdır.
Her konuyu tartışabilme özgürlüğü içerisinde, ülkemizin risk ve tehditlerle dolu jeopolitiğinde, “milletine ve devletine hizmet etmek” amacı içeren bu açıklama “vatanseverlik ve sadakat duygusu” çerçevesinde ele alınmalıdır.
Mahkemenin ifade özgürlüğüne yönelik vereceği karar, sadece sağlıklı bir devlet yapısının oluşmasına katkı sağlamakla kalmayacağı gibi son yıllarda büyük bir özlem duyduğumuz “toplumsal barışa” da öncülük edecektir.
Heran hatırlanmalıdır ki;
- Fi tarihinden beri hegomonik güçlerin Türk Boğazları üzerindeki rekabetine son veren sözleşmedir, Montrö.
- İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlayan sözleşmedir, Montrö.
- Komşu bölgelerdeki sorunlara ve çetrefilli durumlara rağmen görece olarak Karadeniz’deki istikrarı koruyan sözleşmedir, Montrö.
- Gıdada küresel krizi önleyen sözleşmedir, Montrö.
- Dünya barış iklimine katkı veren sözleşmedir, Montrö.
Son sözse; “Askerliği diğer mesleklerden ayıran en temel fark, onun bir meslekten ziyade adeta bir yaşam biçimi oluşudur.”
İsmet Hergünşen