AUKUS, AVUSTRALYA’NIN NÜKLEER DENİZALTILARI VE PASİFİK JEOPOLİTİĞİ

15 Eylül 2021 tarihinde küresel jeopolitikte sonuçları Türkiye’ye kadar uzanacak çok önemli bir hamle yapıldı. ABD liderliğinde üç Anglosakson devlet (ABD, İngiltere ve Avustralya) Pasifik Okyanusunda AUKUS (Avustralya, İngiltere, ABD) adıyla yeni bir pakt ilan ettiler. Aynı gün ABD Başkanı Avustralya Donanması için nükleer takatli saldırı denizaltısı (SSN) inşasının Avustralya’da başlaması için İngiltere ile destek verileceğini açıkladı.

Nükleer gelişme, Pasifik havzasındaki barışa büyük darbe vuracak AUKUS paktının kurulması kadar önemli. Yazılarımı ve kitaplarımı okuyanlar hatırlayacaktır. 21. Yüzyılın okyanuslar yüzyılı olacağını ve büyük hesaplaşmanın suyun altında olacağını sürekli yazıyorum. Nükleer ve dizel elektrik denizaltı inşa sayısında artış bunun somut bir göstergesidir. Pasifik havzada Sri Lanka dışında denizaltısız ülke kalmadı.

OYUN DEĞİŞTİRİCİ NÜKLEER TAKATLİ DENİZALTILAR

Nükleer takatli denizaltılar asıl olarak iki tiptir. Birincisi nükleer balistik füze taşıyan (SSBN)’ler. Bu denizaltılar ikinci darbe (second strike) yeteneği sağladıkları için stratejik caydırmanın en güçlü unsurları. Halen bu kulüpte BM Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi beş devlet dışında Hindistan mevcut. Ancak nükleer takatli olmadığı halde konvansiyonel balistik füze atma yeteneğine sahip Kuzey Kore ve Güney Kore (nükleer füze olmasa da) dizel elektrik denizaltılarını da burada vurgulamalıyız. İkinci tip denizaltılar nükleer takatli saldırı denizaltılarıdır (SSN). Bunların asli görevi soğuk savaş sırasında düşman SSBN’lerini avlamak ve uçak gemisi darbe gruplarını korumaktı. Soğuk savaş sonrası Tomahawk tipi konvansiyonel veya nükleer başlıklı gezginci (cruise) füzelerin ve SAT Komandolarının bu gemilere yerleştirilmesi ile ikinci görev alanı olarak denizden kıyıya güç aktarmak da görevleri arasına girdi. Bu sınıf denizaltılara (BMGK) Daimî üyesi 5 devlet ve Hindistan sahip. Brezilya da Fransa ile yaptığı teknoloji transferi sonrası 2030’dan itibaren bu gemilere sahip olacak. Avustralya şimdi sekizinci devlet olarak bu kulübe katılıyor. Bu iki tip dışında ayrıca tek görevi güdümlü mermi veya gezginci füze taşımak olan Nükleer takatli Füze Denizaltıları (SSGN) vardır. Ayrıca İsrail denizaltılarının da Nükleer başlıklı gezgin (cruise) füze atma yeteneğine sahip olduğu da biliniyor.

SUYUN ALTI KARANLIK VE BELİRSİZ

Nükleer takatli saldırı denizaltıları deniz savaşında oyun değiştirici varlıklardır. Zira çok güçlü tekneleri ile okyanusların (bazılarıyla) 800 metre derinliklerine kadar inebilen ve suyun altında saatte 60 km hıza erişebilen dev yapılardan bahsediyorum. Nükleer yakıt, CO2 emici sistemler ve deniz suyundan tatlı su yapan sistemleri sayesinde gıdaya bağlı olmasalar neredeyse aylarca suyun altında kalarak harekât yapabilecek güce sahipler ve onları önlemek çok zor. Sadece taşıdıkları gezgin füzeler değil gemiye karşı torpidoları da ölümcül yeteneklere sahip. Dizel elektrik denizaltılar gibi tespit edilmeleri çok zor. Zira suyun altındaki durumsal farkındalık, yani gözetleme, hava ve su üstündeki kadar başarılı değil. Şartlar İkinci Dünya Savaşındakiyle hemen hemen aynı. Suyun altında akustik enerji yani ses dalgaları kullanıldığından, yerine yeni bir iletişim aracı bulunana kadar da böyle devam edecek. 90’lı yıllarda ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapmış Oramiral Frank Kelso, ‘’uzayda binlerce mildeki en küçük metal parçasını algılayabilecek teknolojiye sahibiz, ancak suyun altında 100 metre altımızdaki denizaltı veya mayın gibi su altı cisimlerini algılayamadığımız zamanlar oluyor’ demişti.

ÇİN KIYILARINA YAKLAŞTIRMIYOR

Çin, Pasifik Okyanusu harekât alanında ABD’nin üstün donanmasını dengelemek için iki silaha başvuruyor. İlki kıyıdan atılan DF 21/22 tipi uçak gemisine karşı da kullanılabilen balistik füzeler ile hipersonik füzeler. Diğeri de dizel elektrik ve nükleer takatli denizaltılar. ABD’nin tüm dünya okyanuslarını kontrol etmek üzere toplam 68 nükleer denizaltısına (17 SSBN/SSGN, 51 SSN) karşılık, Çin’in sadece Pasifik Okyanusunda 16 nükleer (7 SSBN, 9 SSN) ve 58 dizel elektrik takatli denizaltısı var. ABD ile bir savaşta Çin’in yanında yer alacak Kuzey Kore’nin de 71 dizel elektrik denizaltısı var. Bu sayılara Rusya’nın üç ayrı harekât alanında 36 nükleer, (12 SSBN, 24 SSN/SSGN) ve 22 dizel elektrik ve AIP denizaltısıyla denklemde yer aldığını göz önüne alırsak savaş gücü dengesini değiştirebilmek için ABD’nin müttefik denizaltılara ne denli ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor.

CİDDİ HAZIRLIK PLANI DEVREDE

ABD Devlet Başkanı her ne kadar Avustralya’ya nükleer silah konusunda yeşil ışık yakmadıysa da nükleer takatli gemiye sahip her ülkenin kısa süre içinde isterse nükleer silah geliştirebileceği biliniyor. ABD’nin kendi iradesi ile en hassas olduğu bir alanda, soğuk savaşta 1960’lı yıllarda İngiltere’ye sağladığı teknoloji transferini bu kez 60 yıl sonra Avustralya’ya sağlaması çok ciddi bir hazırlığın ve caydırma projesinin somut göstergesidir. AUKUS’un ilan edildiği gün bu açıklamanın yapılması tezimizi güçlendiriyor. AUKUS adı verilen bu paktın en büyük özelliği iki üyesinin son 216 yıldır dünya okyanus ve denizlerinin hegemonu olması. (İngiltere: 1805-1945 ve ABD: 1945-Devam)

KÜRESEL GÜÇ, KÜRESEL ERİŞİM DEMEKTİR

Tarih boyunca denizde güçlenen devletler, önce bölgesel, sonra kıtasal ve en sonunda da küresel egemenliğin uygulama alanı olarak okyanuslar ve denizleri; uygulama aracı olarak donanmayı kullandılar. Anavatandan uzaklara güç gönderebilmek, işin özünde denizde ve karada siyasi iradeyi dayatabilmek anlamına geliyordu. Amerikalı stratejist Modelski’nin ifadesi ile “küresel güç, küresel erişim gerektirir. Bunların arasını deniz gücü doldurur. Küresel erişim yoksa küresel güç de yoktur.” Modelski’ye göre küresel erişimim iki unsuru uçak gemileri ve nükleer denizaltılardır. (Modelski, George-Thompson William, Sea Power in Global Politics, 1494-1993, University of Washington Press, Seattle, 1988)

PAX BRİTTANİCA’DAN PAX AMERİCANA’YA

Trafalgar Deniz Savaşı sonrası (1805) Pax Brittanica’yı okyanuslar ve denizler üzerinden yayan İngiltere küresel liderliği 1890 yılından itibaren kademeli bir şekilde yakın akrabası ABD’ye devretti. Bu devir kanlı olmadı. ABD ve İngiltere tarihlerinde iki kez savaştılar. İlki 1775-1783 Amerikan Bağımsızlık Savaşı diğeri de ABD deniz çıkarlarını korumak üzere başlatılan 1812 savaşıydı. Daha sonrasında ABD ve İngiltere 1956 Süveyş Krizi hariç her krizde birlikte hareket ettiler. Ortak özellikleri denizci hegemon olmaları ve sahip oldukları donanmaların istenilen yer ve zamanda deniz ticaretine müdahale etme ya da kıyıya güç intikal ettirebilme yeteneğine sahip olmalarıydı. Neticede küresel erişim yeteneğine sahip donanma, denizci insangücü ve denizaşırı üsleri olan devletler, küresel güç oluşturarak anavatandan çok uzak denizlerde ticareti kontrol edebiliyor, güçlü istila filoları oluşturabiliyorlardı. Yani güvenlik ile ticaret, iç içeydi. Denizdeki bilek güreşi, küresel üstünlük yani hegemonik mücadelenin vazgeçilemez bir unsuruydu. Deniz gücü, denizleri engelsiz bir şekilde kullanma ve kontrol etme, rakiplere ya da düşmanlara karşı da bu hakları reddetme yeteneği sunuyordu. Bu nedenle de esas olan okyanus gücü oluşturmaktı. (Osmanlı bunu ıskaladı ve kaybetti.)

HEGEMONİK DEĞİŞİM

Bu şekilde 15.yüzyıldan günümüze okyanuslardaki hegemonik üstünlük Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa, İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği arasında beş kez el değiştirdi. Okyanuslardaki altıncı hegemonik mücadele dönemi 2012 yılından sonra başladı. Bu mücadele ABD ve Çin arasında Asya Pasifik havzada devam ediyor. Rusya ile Çin’in Şanghay İş birliği Örgütü (ŞİÖ) çerçevesinde 21’inci yüzyılda güvenlik ve savunma alanları dâhil, iş birliğine gitmesi, altıncı hegemonik çatışma dönemini ivmelendirdi. Bu dönemin ağırlık merkezi Hint Pasifik (Indo-Pacific) havzasıdır.

TAYVAN BOĞAZI KRİZİNDE DENİZALTILAR BELİRLEYİCİ

ABD’nin küresel erişim yeteneği, sahip olduğu 11 nükleer uçak gemisi ve 68 nükleer takatli denizaltıları (SSBN/SSN) sayesinde rakipsiz. ABD istediği yer ve zamanda dünya deniz ticaretini durdurabilecek yeteneğe sahip. Ancak bu yetenek Çin’in bulunduğu Pasifik Okyanusu harekât alanında artık son derece büyük riskler altında kullanılabilecek. Zira, ABD ile Çin arasındaki bilek güreşinin ağırlık merkezleri olan Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi ve Tayvan Boğazında uçak gemisi gibi su üstü gemileri ile harekât yapmak son derece riskli ve tehlikeli bir duruma dönüştü. Çin’in askeri yetenekleri hava ve su üstündeki rakiplerini savaş zamanı kıyılarının neredeyse 1000 mili içine sokmuyor. Ancak bu durum sualtı için geçerli değil. ABD gibi Çin de akustik enerjinin kaprisleri nedeniyle rakip denizaltıları tespit ve imhada son derece kısıtlı yeteneklere sahip. O nedenle gelecekte Tayvan Boğazı başta olmak üzere bir savaş çıktığında Tayvan’a yapılacak amfibi saldırıya karşı kullanılacak en önemli unsurlar denizaltılar olacak. Çin’in Tayvan istilası için denize çıkaracağı görev kuvvetini ancak Amerikan ve müttefiklerinin denizaltı gücü durdurabilecektir. Diğer taraftan deniz köprüsü (sealift) kurulmadan Çin’den 100 deniz mili uzaklıktaki Tayvan Adasına güç intikali sadece hava gücü ile sağlanamaz. (Kıbrıs Barış Harekatında biz de aynısını yaşadık. Denizden köprü kurulmadan zırhlı birlikler çıkarılamaz.) O günler geldiğinde Tayvan Boğazının ve yaklaşma sularının dünya tarihinin en yoğun denizaltı ve mayın yayılma ve yığınaklanmasına sahne olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Denizaltılara karşı denizaltıların en yoğun kullanılacağı bu sularda gelişen yapay zekâ yetenekleri sayesinde oyun değiştirici diğer unsurların DSH rolünde kullanılacak insansız sualtı araçlarıyla, otonom sualtı mayın avlama araçlarının olacağını da söyleyebiliriz.

ABD’NİN DAHA ÇOK DENİZALTIYA İHTİYACI VAR

İşte tam bu noktada ABD, Avustralya’nın nükleer denizaltılarını devreye sokmak istiyor. QUAD üyesi olan Japonya’nın da 16 gemilik dizel elektrik/AIP denizaltı filosu ile çok güçlü olduğunu buradan hatırlatalım. Ancak ABD, Japonya’yı Anglosakson Kulübe almamıştır. Zira durum acildir ve Japon Anayasasının kısıtlayıcı 9. Maddesi ile uğraşacak zaman yoktur. Kurulduğu günden bu yana önce İngiltere sonra da ABD’nin sorgusuz sualsiz her zaman yanında olan Anglosakson/Protestan Avustralya şartlar ne olursa olsun Pasifik’te ABD’nin kayıtsız şartsız yanında olacağını ispat etmiştir. Avustralya’nın ayrıca Beş Göz (Five Eyes) adı verilen 1943 yılında tesis edilmiş İstihbarat iş birliği çevriminin ABD, Kanada, İngiltere, Yeni Zelanda ile üyesi olduğunu belirtelim.

AUKUS BATI JEOPOLİTİĞİNDE YENİ BİR DEPREMDİR

ABD’nin NATO’ya, ANZUS’a, AB’ye ve hatta QUAD’a bilgi vermeden, danışmadan sadece Avustralya ve İngiltere ile istişare ederek AUKUS Paktını ilan etmesi ve ardından Avustralya’nın Fransa ile 46 milyar dolarlık 12 adet denizaltı inşa programını iptal ettiğini açıklaması Birinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan antant, pakt kurma ve büyük silah tedarik projelerinin ilan veya iptal süreçlerine benziyor. Kısacası ABD, 2030’lar için sadece pozisyon almıyor, stratejik ortamı şekillendiriyor.

AVUSTRALYA’NIN 107 YIL SONRA TEKRAR EDEN HATASI

1901 yılında 6 koloniyi birleştirerek İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı federal bir devlete dönüşen Avustralya, 13 yıl sonra, 1914 yılında İngiltere’nin talebi üzerine Fransa ve Belçika’dan Gelibolu’ya kadar yüzbinlerce köylü ve çiftçi genci Birinci Dünya Savaşının değişik cephelerine yollamıştı. Yarısından çoğu geriye dönemedi. Peki kaybettiği 62 bin gence karşılık savaş sonunda kazancı ne oldu? Devlet ve millet olmayı öğrenmekten başka hiçbir şey. Şimdi de aynı hatayı görüyoruz. Avustralya’nın en büyük ticaret ortağının Çin olmasına rağmen Çin’e karşı deprem etkisi yaratacak ve sonuçları çok riskli olan bir süreci ABD talebi ile başlatıyorlar. Bu gelişme ABD’nin giriştiği Kore, Vietnam, Körfez Savaşı ve 11 Eylül sonrası tüm askeri harekatlara muharip rolde katılmış olmalarından çok farklı. Hatırlatalım Avustralya’nın Çin’e her gün 430 milyon dolar ihracatı, 231 milyon dolar da ithalatı var. Yani kendi lehine bir durum var. Şimdi Avustralya ABD’nin teşvikiyle dakikada yarım milyon dolar ticareti olduğu bir ülkeyi karşısına alacak paktlaşma ve silahlanma sürecine giriyor. Bu hamleye Çin’in çok daha büyük silahlanama projeleri ile karşılık vereceğini söyleyebiliriz.

BÖLGEDE YENİ GÜVENSİZLİK

AUKUS bölgede ASEAN tarafından tesis edilmeye çalışılan barış ve istikrar ortamına büyük darbe indirmiştir. Endonezya durumdan rahatsızdır. 15 Eylül 2021 AUKUS kararını bölgede silahlanma ve güç intikal yetenek yarışını artıracağını açıkladılar. Yeni Zelanda Hükümeti AUKUS’u eleştirmemekle birlikte, Anglo Sakson bağlarına rağmen Avustralya nükleer denizaltılarının gelecekte karasularına alınmayacağını deklere etti. (1980’den bu yana nükleer hiçbir gemiye izin vermiyorlar.)

ABD YAKIN MÜTTEFİKLERİNİ ŞAŞIRTMAYA DEVAM EDİYOR

ABD’nin Hint – Pasifik alanda QUAD adı verilen Japonya, Hindistan ve Avustralya ile kurduğu Dörtlü Güvenlik Diyalog Grubuna rağmen, bölge dışından İngiltere’yi yanına alarak Anglosakson/Protestan AUKUS paktını kurması Çin’i ve Rusya’yı Pasifikte çevrelemede yeni bir cephe açmış olsa da ABD’nin gerek Japonya gerek Hindistan ve gerekse Fransa ile olan karşılıklı güven ve işbirliğine zarar vereceği gözden kaçmamalıdır. ABD’de AUKUS ilanından 9 gün sonra 24 Eylül 2021’de yapılan QUAD toplantısı bu güvensizlik ortamını düzeltmeye yönelik olarak yapılmış olsa da gelecek ABD için çalkantılı ve belirsizdir. ABD bu hamle ile ‘’Pasifik’te kayıtsız şartsız güvenebileceklerim Anglosakson Protestan akraba devletlerdir’’ demiştir. İngiltere de küçülen donanması ve tökezleyen ekonomisine rağmen Global (Küresel) Britanya politikasını uygulaması için bir nevi ödüllendirilmiştir. AB’den ayrılan İngiltere, ABD’nin teşvik ve desteği ile Fransa ve Almanya’nın yer almadığı yeni Hint Pasifik yapılanmasında yerini almıştır. Fransa resmen bu bölgeden dışlanmıştır. Ne QUAD ne de AUKUS’ta yoktur. Almanya’nın gelişmelerden haberi bile olmamıştır. Halbuki Fransa’nın Pasifik’te sadece Polinezya’da 5 milyon km. kare deniz yetki alanı ve onlarca egemen adası var. Almanya da AB içinde Çin ile en büyük ticari ortak olan bir devlet. Avustralya gibi Çin ile dakikada yarım milyon dolar ticareti olan bir devlet, Hint Pasifik havzada güvenlik mimarisi içine alınmıyor ve danışmada bile bulunulmuyor. NATO Brüksel Zirvesinde ve öncesinde NATO 2030 belgesinde gündeme gelen NATO’nun Asya Pasifik’e yöneliş vizyonu da önce ani Afganistan hamlesi ve ardından emrivaki AUKUS paktı kararı ile sona ermiştir. NATO üyesi olan ABD ve İngiltere’nin AUKUS hamlesi sonrasında NATO açıklama bile yapamamıştır.

GERİLEYEN HEGEMONYANIN SON HAMLELERİ

Özetle, Kaotik Afgan çekilmesinden sonra AUKUS ve nükleer denizaltı anlaşması her alanda geri çekilen ABD’nin hegemonya mücadelesindeki son hamlesi olarak tarihe geçmiştir. Yarattığı etki Afganistan çekilmesinden sonra ikinci büyük kırılmadır. Pasifikteki müttefiklerine güvence verdiğini zanneden ABD, Anglosakson ayrımcılığı ile bölgede başta Japonya ve Hindistan olmak üzere en önemli deniz güçlerine; AB içinde de Fransa ve Almanya’ya ve hatta NATO’ya büyük sürpriz yaşatmış, güvensizlik aşılamıştır. Bu aşamadan sonra ABD ile yakın ilişkiye girecek veya giren devletler iki kere düşünmek zorunda kalacaktır. ABD’nin Pasifikteki Anglosakson Kulübü yarattığı ve yaratacağı tepkiler ile Avrasya’da yeni gruplaşma ve dayanışma süreçlerini de başlatacaktır.

TÜRKİYE DERSLERİ

Buradan Türkiye dersleri çıkarırsak, öncelikle Türkiye’nin laik kimliği ile Asya ile yakınlaşma ve iş birliği süreci daha da hızlanmalıdır. Bugün yapılacak Türk Rus Devlet Başkanları görüşmesi son derece önemlidir. ABD zorlamasıyla yürütülen ve Türk Rus ilişkilerine zarar veren Kırım ve Suriye politikalarımız kökten gözden geçirilmelidir. Diğer yandan Çin ile ilişkiler geliştirilmeye devam edilmelidir. Bu çerçevede Türk dünyası ile yükselişe geçen bağlarımızın güçlendirilmesi gerek Rusya gerekse Çin ile her alanda gelişen ilişkilere dengeli ve rekabet yaratmayacak bir formatta geliştirilmelidir. ABD’nin sözde en yakın müttefiklerini kendi çıkarları için nasıl kenara ittiğini AUKUS’tan daha güzel örnekleyen bir gelişme olmamıştır. Bu arada AB Komisyonu’nun son kararı ile Türkiye’nin ‘Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü’ bölümünden çıkarılarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika birimine kaydırılması AB tam üyelik hayalleri olanlara büyük yıkım olmuştur. Birimde Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün Lübnan, Libya, Fas, Suriye, Tunus ve Filistin var. AB’nin aldığı bu karar sevindiricidir. Artık Türkiye siyaset üstü bir AB kararı almak durumundadır. Üyelik müzakere sürecinden derhâl çıkılmalı, Gümrük Birliği anlaşması acilen gerçekçi bir formatta yeniden tanımlanmalıdır. Amiral Mustafa Özbey’in ifadesi ile İngiltere’nin terk ettiği bir oluşumun kapısında dilenci gibi beklemek onurlu bir davranış değildir. Türkiye, içimizdeki mandacıların baskısıyla ABD’den ve AB’den daha çok Amerikan ve AB’nin çıkarlarını savunma hastalığından vaz geçmelidir. Son olarak savunma sanayi alanındaki tavsiyemizi yineleyelim. Çalışmaları devam eden Milli Denizaltı projemizin nükleer takatli yapıda yürütülmesi için çalışmalar başlatılmalıdır.

(NOT: Nükleer denizaltılar konusunda Haluk Baybaş tarafından yazılan ‘’Milli Denizaltı (MİLDEN) Nasıl Olmalı? Klasik mi? Nükleer mi?’’ başlıklı makalenin okunması tavsiye olunur.)

https://www.savunmahaber.com/analiz-haluk-baybas-nukleer-milli-denizalti-milden-klasik-dizel-elektrik-strateji/

CEM GÜRDENİZ