“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” ATATÜRK
“Vatan” kelimesi sözlükte, “yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak” anlamındaki “vatn” kökünden türemiştir. Vatan sözcüğü, klasik sözlüklerde ve edebî metinlerde “kişinin doğduğu, yerleştiği, barındığı ve yaşadığı yer” anlamına gelir. Aynı veya yakın anlamda “mevtın” sözcüğü de (çoğulu mevâtın) kullanılır. İnsanın bir amaçla yerleştiği yer onun mevtınıdır. “Îtân” ve “tavattun”, “bir yeri vatan edinmek” demektir.[1]
Arapçada beled ve dâr, Türkçede yurt, ülke ile il, ev kelimeleri de “vatan” manasında kullanılır.
* Kur’an’da bir ayette geçen “mevâtın” sözcüğü Bedir’de, Huneyn’de ve bu ikisi arasında meydana gelen gazvelerde ‘Müslüman ordularının karargâhını ve savaş alanlarını’ ifade eder: “Ant olsun ki Allah, birçok yerde (fî mevâtıne) ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.”(Tevbe /25)
* Ayrıca “beled” ve çoğulu bilâd, “ülke” anlamında;
* “Dâr” ve çoğulu diyâr, hem “ahret yurdu” hem “dünya yurdu, ülke, vatan” manasında Kur’an’da geçmektedir.
Bazı ayetlerde haksız yere yurtlarından çıkarılan veya çıkarılmayı hak edenlerden söz edilirken, geçmiş kavimlerin işledikleri kötülükler yüzünden ülkelerinin büyük felâketlere uğradığı anlatılırken “diyâr”sözcüğü kullanılmıştır.[2]
Vatan sözcüğünün İslâm dünyasında bugünkü siyasal-sosyolojik içeriği kazanması, Batı kaynaklı ulus-devlet fikrinin etkisiyle XIX. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinin parçalanıp Müslüman topraklarının saldırılara ve işgallere uğramaya başladığı bu dönemde vatan, vatanseverlik, vatan savunması gibi kavramlar İslâm toplumlarının siyaset, eğitim, edebiyat, askerlik, ekonomi, ahlâk, din gibi alanlara dair literatüründe geniş yer tutmuştur. Başta Namık Kemal olmak üzere Osmanlı aydınlarının büyük çoğunluğuna göre vatan kavramı giderek güçlenen bir enerji kaynağıdır. Özellikle ilk zamanlarda, “Vatan sevgisi imandandır” hadisinin (zayıf veya uydurma olduğu kabul edilmesine rağmen) Müslüman toplumlarında vatandaşlık duygusu ve milliyetçilik ideolojisinin güçlendirilmesi için kullanıldığı görülmektedir.[3]
1. Bazı Allah Elçileri Özgür Vatan Hasreti İle Sınanmıştır
“Güç ve öngörü sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u da hatırla!”(Sad/45)
Bu ayetlerle Peygamberimiz görevi için yönlendirilmekte ve yüreklendirilmektedir. Bu ayetlerde, daha önce yaşamış ve fitnelendirilerek arı-duru hâle getirilmiş peygamberlerden üçünün (İbrahim, İshak ve Yakup) adı sayılmış ve dolayısıyla Son Allah elçisi Saygıdeğer Muhammed’in (a.s) kendisinin de aynı yollardan geçirildiği /geçirileceği, bu nedenle onlar gibi sabırlı olması gerektiği bildirilmiştir.
Sad/45’de geçen “güç ve basîret sahibi” ifadesiyle ne kastediliyor? Bilindiği gibi,
– İnsanın bir bedensel,
– Bir de zihinsel gücü vardır.
Bedensel güç, genellikle el yardımı ile yapılan işlerle ortaya konduğu için el sözcüğü “güç”ten kinaye olarak kullanılır.
İnsanın zihinsel gücü ise “görüş, görme, göz”e izafeten basîret sözcüğüyle ifade edilir. Bu nedenle, iki gözü olan ve onlarla çevreye bakınıp durana değil de,aklın selimleştirilmesiyle oluşan zihinsel fonksiyonlarını kullanan, yani akleden, tefekkür eden, bakar kör olmayan kimselere basîret sahibi denilir. Dolayısıyla Sad; 45’de adı geçen peygamberlerin “güç ve basîret sahibi kullar” olarak nitelenmesi, onların dirayetli, gayretli, doğru yolu gören ve gösteren kimseler olduğunu anlatmaktadır.[4]
“Özgür vatan hasreti” ile sınanan sadece Allah elçileri değil tabii. Aynı şekilde tarihte birçok ulus bu özlemle sınanmıştır. Türk milleti de küresel kapitalist emperyalizmin tarihten Türklüğü ve İslamlığı kaldırmak bağlamında başlattıkları Anadolu topraklarının işgali de tam bağımsız, özgür vatan hasreti oluşturmuştu. Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Kuvayı Milliye ve Müdafaayı Hukuk hareketiyle yürütülen ulusal mücadele sonunda vatanın bağımsızlığı ve bütünlüğü Türk milletinin milli egemenlik ve özgürlüğü Kurtuluş Savaşı ile taçlanmıştır.
2. Kur’an’da Geçen ZİKRE’D-DÂR (Yurt /Özgür Vatan Düşüncesi
“Şüphesiz Biz onları “Yurt Düşüncesi /özgür vatan hasreti” saflığıyla saflaştırdık, arı-duru hâle getirdik. Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir.” (Sad/46-47)
Sad/46/da geçen “Zikre’d-dâr” tamlaması, bazı eserlerde yer aldığı gibi “yurt hatırlatması” değil, “yurt hatırlaması” (yurdun akıldan çıkmaması) demektir. Sad; 45’de adı geçen peygamberlerin hem Kur’an’da anlatılan hayat hikâyeleri, hem de haklarında tarih kitaplarında yer alan bilgiler dikkate alındığında, bunların sabit bir vatanlarının olmadığı ve diyar diyar dolaştırıldıkları görülür. Bu durum göz önüne alındığında, ayette adı geçen peygamberlerin arıtılıp olgunlaştırılmak üzere birçok zorluğa maruz bırakıldıkları anlaşılmaktadır. Bu zorluklar hem gittikleri ülkelerde ateşe atılmışçasına sıkıntılarla boğuşmak, hem de öz memleketlerinden uzakta kalmaları nedeniyle özgür yurt hasreti çekmek şeklinde gerçekleşmiştir.
“Ed-dâr” ifadesini, bazı çevirilerde olduğu gibi “yurt” yerine “ahret” anlamına almak, hem ayetlerdeki söz akışına uymaz, hem de “arıtma/saflaştırma (ahlesnâ)” kavramıyla bağdaşmaz. Çünkü ahreti hatırlamak, ateşe atılmak değildir ve insana acı vermez. Acı; hasrette, gurbette ve çilededir.
Saflaştırma (Arı-Duru Hâle Getirme):Bu ahlesnâ (ihlas aynı kökten) fiili, Sad suresinde daha önce Davut ve Süleyman peygamberler için kullanılan “fetennâ”sözcüğünün farklı bir şeklidir ve “süzmeyi, saflaştırmayı, sabırlı olmayı, metanetli davranmayı, öğretmeyi, bilgilendirmeyi, görgülendirmeyi, deneyim kazandırmayı” ifade eder.[5]İbrahim, İshak, Yakup, İsmail, Elyesâ, Zülkifl ve diğer bazı Allah Elçileri, Allah’ın dini, toplumun/insanlığın huzuru/özgürlüğü uğruna sıkıntılara göğüs germiş peygamberlerdir. Ki Saygıdeğer Peygamberimiz Muhammed’den (a.s), onların gösterdikleri sabırlarını /dirençlerini ve sabırları karşılığı Allah’tan gördükleri merhameti düşünmesini, onları örnek alarak yalanlayıcı ve sapık olan toplumundan gördüğü sıkıntılara sabırla karşı koymasını önermektedir.
3. Atatürk’ün Özgür Vatan ve Vatanseverlik Hakkındaki Görüşleri/Düşünceleri
“Geçmişin gericileşmiş, çürümüş zihniyeti ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, onurunu, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet tek vücut olarak ayağa kalkar. Onurunun bir zerresine, vatanının bir avuç toprağına vuku bulacak saldırının bütün varlığına vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediği zehabına kapılmak hatadır. Saygısızlığın, saldırının küçüğü büyüğü yoktur.
Yurttaşlarım! Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke tarihte Türk’tü, bugün Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır.
Ben yurdumu öylesine seviyordum ki, devletimin o karanlık günlerinde, vatanım mahvolursa eğer, yaşamamaya karar vermiştim. Uğrunda asla esirgemediğim hayatımı feda etmekle en büyük bahtiyarlardan olacağımı düşünürdüm.”(ATATÜRK’ÜNSöylev ve Demeçleri, cilt: II, s.126)
Bu cennet vatanı canları bahasına bize emanet eden başta Atatürk olmak üzere şehitlerimizin ve gazilerimizin bizlere şöyle bir söylemi olabileceğini düşünelim: Bilin ki vatanımıza karşı her zaman önemli görevlerimiz vardır. En başta da, gerektiği zaman onun yardımına koşmak, onu kurtarmak gelir. Yurdumuzun, ulusal sınırlarla belirlenmiş vatanımızın bütünlüğünü korumak, ey yurtsever, senin, benim, hepimizin temel görevlerindendir. Şimdi katıl bana birlikte haykıralım:
“Yurt toprağı! Sana Her şey feda olsun, kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk milletini sonsuz hayatta yaşatmak için verimli olacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster!” ATATÜRK[6]
ATATÜRK’ÜN TEK AMACI:
“Ülkesi Ve Milletinin Kur¬tuluşu Ve Mutluluğu İçin Çalışmak”
“Benim hayatta tek bir amacım oldu: Ülkemin ve milletimin kur¬tuluşu ve mutluluğu için çalışmak!… Bu, bir insan için yeterli bir sevinç ve haz kaynağıdır.”
(I910’lu yılların başlarıydı, arkadaşlarına, Salih ve Fuat’a şunları yazmıştı):
“Biz, vatana borçlu olduğumu;fedakârlığın derecesini düşündükçe, bugüne kadar yapılabilen hizmeti pek önemsiz buluyoruz. Vatanın kurtulması şimdiye kadarolduğundan daha fazla gayret ve fedakârlık gerektirmektedir. Bizim maksadımız vatana çok daha büyük ölçekte hizmet etmektir.”
ATATÜRKHAYATINI, “Yaşamının Sonuna Kadar Vatanın İyiliğine Vakfetmiştir”.
“Arkadaşlarım kişisel ve ailevi huzur ve mutluluğun, milletin hu¬zur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, ülkenin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddi bir surette anlamışlardı. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna emindik. Bunda asla şüphe ve te¬reddüdümüz yoktu. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihi hakkında lüzumu kadar bilgimiz vardı. Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden yoksun değildik. Yaptığımız hizmetlerle övünmedik. Yapacağımız hizmetlerin, övünç nedeni olabileceği ümidiyle avunduk.”
“Milletimin her sınıf halkında ve hatta İslam âleminin en uzak köşelerinde beni sonsuza kadar kıvançlı bırakacak şekilde gördüğüm yakınlık ve güvene layık olmak için, en alçak gönüllü bir millet bireyi sıfatıyla hayatımı, sonuna kadar vatanın iyiliğine vakfettim.”
Atatürk, Ekim 1925’te İzmir Belediyesindeki nutkunda halkaşöyle hitap etmiştir:
“Saygıdeğer halkım! Sizi çok seviyorum ve size çok muhabbetim vardır. Çünkü sizden pek çok muhabbet, emniyet ve güven görmekteyim. Bana ve çalışma arkadaşlarıma gösterdiğiniz güvenin gereklerini yapmak için size söz veriyorum, bütün varlığımı buna hasrediyorum.”[7]
ATATÜRK’E Göre Türk Milletinin Kuruluşundaki Gerçekler
“Türk milletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen doğal ve tarihî gerçekler şunlardır:
(a) Siyasî varlıkta birlik,
(b) Dil birliği,
(c) Yurt birliği,
(d) Irk ve köken birliği,
(e) Tarihî ya¬kınlık,
(f) Ahlâkî yakınlık.
Türk milletinin oluşmasında var olan bu şartlar, diğer milletlerde hepsi birden yok gibidir. Daha umumî bir tarif yapabilmek için diyelim ki; bir topluma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, bir arada bulunmak gerekir. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında oluşmamış olduklarına göre Türk milletinde yaptığımız gibi, diğer bir millet ayrı olarak incelenmedik¬çe, milliyet fikrini umumî ve bilimsel olarak tarif etmek güçtür.”(1930)[8]
ATATÜRK’E Göre Türk Vatanı
“Türk milleti, Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusun¬da olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha çok büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıt’a yok-tur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekler eski ve özellikle yeni tarih bel¬geleri ile bellidir. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Çünkü derin ve şanlı geç¬mişin, büyük, kudretli atalarının kutsal miraslarının bu yurt¬ta da korunabileceğinden, o mirasları şimdiye kadar oldu¬ğundan çok fazla zenginleştirebileceğinden emindir.”
“Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını koruyan eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasal sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir.”(1930)[9]
ATATÜRK’E Göre Vatan Sevgisi
“Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların lanetlenmeyi gerektiren tutkularına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir.”(1921)[10]
Gerektiği zaman vatan için bir tek birey gibi tek istek ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.”(1927)[11]
Yurt toprağı
“Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakatsen, Türk milletiniebedî hayatta yaşatmak için verimli kalacaksın.Türk toprağı!Sen, seni seven Türk milletinin mezarıdeğilsin. Türkmilleti için yaratıcılığını göster.”(1930)[12]
SEDAT ŞENERMEN
Kaynakça
[1] FÎRÛZÂBÂDÎ, Ḳāmûsü’l-Muḥîṭ, “V-ṭ-n” md.; İbn MANZUR, Lisânü’l-ʿArab, “V-ṭ-n” maddesinden aktaran: Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI, “Vatan”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2012, c.42, s.563.
[2]M. Fuad ABDÜLBÂKĪ, el-Muʿcemü’l-Müfehres, “B-l-d”, “D-v-r” maddeleri; M. ÇAĞRICI, “Vatan”, a.g.e., c.42, s.563.
[3]M. ÇAĞRICI, “Vatan”, a.g.e., c.42, s.564.
[4] Hakkı YILMAZ, Tebyînü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.2, s.200.
[5] Hakkı YILMAZ, a.g.e., 2015, c.2, s.201.
[6] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, İstanbul, 2017, s.62.
[7] C. DURA, ATANAME, s.714.
[8]AFETİNAN, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, T.T.K. Yayını, s.371-372.
[9]AFETİNAN, a.g.e., s.19.
[10]ATATÜRK’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c.IV, s.411.
[11]ATATÜRK’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c.IV, s.536.
[12] AFETİNAN, AtatürkHakkında Hatıralar ve Belgeler,Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayını, s.295; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.317-318.