BİR HEKİM, BİR AYDIN VE EĞİTİM GÖNÜLLÜSÜ OLARAK ENGİN TONGUÇ VE UMUT YOLU

Dr. Engin Tonguç, Umut Yolu isimli kitabında, doğumundan (1928), 1983 yılına dek olan anılarını anlatıyor. Kuşkusuz ki, kitabın ana teması ülkemiz için bir “umut yolu” olarak tasarlanmış, varlığını sürdürdüğü kısa zaman diliminde bile büyük işler başarmış, pırıl pırıl ve çağdaş gençler yetiştirmiş, Köy Enstitüleridir. Zira, Engin Tonguç’un babası, devrin milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel ile birlikte, enstitüler için gece-gündüz çalışmış, ülkenin en ücra köylerine bile gitmekten geri durmamış, ömrünü bu yola koyarken tevazuyu hiç bırakmamış ilköğretim müdürü İsmail Hakkı Tonguç’tur.

Osmanlı’dan devralınan, yüzyılların ihmali içindeki Anadolu’da okuma-yazma oranı %5’i geçmiyordu, halk büyük bir yoksulluk ve sağlıksız koşullar içinde yaşıyordu. Bu durumda bir eğitim seferberliğinin gerekliliğini, büyük kentlerden köylere öğretmen gönderme güçlüğünü ve eğitim ordusunun sayısındaki yetersizliği gören Atatürk, enstitülerle ilgili ilk yasa ve projeleri bizzat hazırlatmıştı. 1930’ların sonunda başlayan köy okulları uygulaması, 1940 ve 46 yılları arasında İsmet İnönü’nün de desteği ile Anadolu’nun 21 yöresinde kurulmuş enstitülerle doruk noktasına ulaşmıştı. Amaç köye çağdaşlığı, uygarlığı yine kendi insanının götürmesiydi. Sadece öğretmen değil, ziraat, hayvancılık, sağlık, bayındırlık gibi konularda da köyün sorunlarını yerinde çözecek personel buralarda yetiştiriliyordu.

Ancak ne olduysa, 2.Dünya Savaşının ardından, ülkenin çift kutuplu bir dünyada seçim yapma zorunluluğu doğmasından sonra oldu. Başlangıçta, enstitüleri “insan olma, millet olma” yolunda en büyük atılım ve milletine bırakacağı en büyük miras olarak gören İnönü, çok partili hayat yolunda, tutucuların bir sürü eleştirisine, dedikodusuna, iftirasına maruz kalan bu eğitim yuvalarını feda ediyor, her ne kadar, 1954’te devrin iktidarı tarafından resmi olarak kapatılsa da, 1946’da işlevlerinden saptırılıp, basit köy okulu veya meslek okuluna dönüştürülen enstitüler fiili olarak kapatılmış oluyordu.

Engin Tonguç kendi kişisel öyküsü yanında bir yakın tarih panoraması da sunuyor bizlere kitabında. Babasıyla, enstitüler uğruna yaptığı zorlu seyahatler, çekilen sıkıntılar, geçirilen kazalar, Cumhuriyetin kurucu kadrosundan portreler ve onların çağdaş bir dünyaya ve Atatürk devrimlerine inanmışlığı, cehalet ve karanlıkla mücadele, Tonguç’un oğlu olması sebebiyle iktidar değiştikten sonra önüne konulan engeller, ihtisasta tanıştığı Alman disiplini, tıp dünyasındaki hoca feodalitesi ve egosu, asistanların kabullenilmiş ezilmesi, 27 Mayıs’ta bir devrin sona ermesi ve kısa süren bir aydınlanma, sonra yeniden, çekişmeler, kargaşa, baskılar ve hiç bitmeyen “zor günler”, zor yıllar….

Bir iç hastalıkları uzmanı ve işyeri hekimi olarak meslekte yaşadığı güçlükler, para (ya da muayenehanecilik) ile idealistlik arasındaki seçimde yaşadığı sıkıntılar, tıp eğitimiyle ilgili, dünya ve ülke gerçeklerine kapalı sadece teknik personel şeklinde yetişmiş hekimler yönündeki eleştirileri, 27 Mayıs ve 12 Mart ihtilallerinde yaşadıkları, özellikle 12 Mart’ın ülke aydınlarına ve öğretmenleri bir toplumsal güç haline getirmeye gayret eden Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’na ve onun nezdinde başkanı edebiyatçı ve öğretmen Fakir Baykurt’a yaptığı baskılar ve ülkede örgütlenmenin, aydın olmanın, karşıt fikir üretmenin önüne konan engeller…

Bu toprakların son iki-üç yüzyıllık tarihi, eski ile yeninin, muhafazakar ile muasırın, Kabakçı Mustafa ile III. Selim’in mücadelesinin tarihidir.

Bu mücadelede Atatürk devrimleri ile çağdaşlaşma yolunda edinilmiş başarılar ve sonrasında yaşanılanlara tanıklık etmek, bugün gelinen noktayı değerlendirmek adına, Dr. Engin Tonguç’un anıları bir hekim ve Cumhuriyet aydını perspektifinden güzel ve okunası bir kesit sunuyor bizlere…

Prof. Dr. SÜLEYMAN KALMAN