(6./8 BÖLÜM)
Dr. Esther Lovejoy’un İddiaları
“Dr. Lovejoy İzmir’e vardı ” başlığıyla New York Amerikan Kadınlar Hastanesi Başkanı Dr. Esther Lovejoy’un İzmir’e ulaştığı ve İzmir, Midilli ve Chios (Sakız) adasından gelen sığınmacılara yönelik tıbbi yardım çalışmalarının yürütülmesine yardımcı olacağı, Amerikan Kadın Hastaneleri’nin en iyi nerelerde faydalı olabileceğine karar vereceği, 25 Eylül 1922 tarihli The NYT’de haber haline getiriliyordu.
“İzmir’de Mezalimin Devam Ettiği İleri Sürülüyor” başlığıyla, Yıkılmış Şehir’deki bir haftalık incelemesinden sonra geri dönen New York Amerikan Kadınlar Hastanesi Başkanı Dr. Esther Lovejoy’un izlenimleri, 3 Ekim 1922 tarihli The NYT’da Associated Press ajansına dayanılarak İstanbul kaynaklı bir haber olarak okuyucuların dikkatine sunuluyordu. “İzmir’deki Hıristiyan mültecilerin su ve yiyecek krizi, Türklerin sertliği ile karşılanıyor” iddiasında bulunan Dr. Lovejoy, “Halen İzmir’de binlerce Hıristiyan bulunduğunu, şehirden ayrılmaları için tanınan süre dolduğu için yaşamlarının tehlikede olduğunu” söylüyordu. “Sadece Tanrı onların kaderinin ne olacağını bilir. Limandaki kalabalık o kadar büyük idi ki, bazıları denize düştüler. Kadınlar, boğulmaktan korumak için bebeklerini kollarından yukarıya kaldırarak suyun dibinde ayakta durdular” şeklinde açıklamada bulunuyordu. Dr. Lovejoy’un iddiaları, “Türk askeri sistematik şekilde erkekleri soyuyor, kadınların yüzüklerini zorla alıyordu. Biçare zavallılar, yaşamlarını kurtarabilecekse, soyulmaya istekli oluyorlardı. Türk askerleri gece de kadın ve kızlara karşı aşırı hareketlerine devam ettiler. Sadece limandaki gemilerin ışıldakları onlara döndüğü zaman yaptıkları işlerden vazgeçiyorlardı. Türklerin mülteci teröründe binlerce mülteci Amerikan Konsolosluğu’nun önünde toplandı. Doğum yapan yüzden fazla anne vardı. Bazıları ayakta doğum yaptı. Ben birçoğunda hazır bulundum. Bazı bebekler, maruz kaldıkları durumdan dolayı birkaç saat içinde öldüler, fakat bazı anneler küçük ölü vücutları acınacak şekilde sarmaladılar. Bir Türk askeri, kendisine karşı hatalı davranan bir Yunanlı kadına tüfeğin dipçiği ile ağır şekilde vurdu ve yaraladı. Bu asker tekrar vuracağı zaman, bir Amerikalı subay araya girdi. Kadın, bir bota yüzerek kaçmaya çalışan iki adam gördüğünü söyledi. Onlar, kendilerine ateş eden Türk askerleri tarafından tespit edildiler. Ateş çok vahşiceydi. Amerikalı denizciler iki adamı ölmeden önce bir motor botla alabildiler” şeklinde devam ediyordu.
Dr. Lovejoy’un izlenimleri ve iddiaları, 9 Ekim tarihli The NYT’da da “İzmir Dehşetini Bir Kadın Resmediyor- Görgü Tanığı Dr. Esther Lovejoy, Rıhtımda Gördüğü Korkunç Manzaraları Anlatıyor” başlığıyla kendine yer buluyordu. Paris kaynaklı verilen haberde Lovejoy’un tarafsız şekilde olayları anlattığı iddia edilerek, hakların çiğnenmesini önlemek için gerekli araçlardan yoksun bulunmayı bir insanlık suçu olarak ilan ettiği vurgusu yapılıyordu. Haberde, Türklerin Yunan ve Ermenileri İzmir’i boşaltmaya zorlamalarının çirkin görüntüsünün Paris’e bugün ulaşan görgü tanığı Dr. Esther Lovejoy tarafından çizildiği belirtiliyor, Dr. Lovejoy’un Amerikan Kadın Hastaneleri Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Tıp Kadınları Ulusal Birliği Başkanı olduğu, İzmir Yangını olduğu sırada Cenova’da bir konferansa katıldığı ve yangını öğrenince Amerikan Kadın Hastaneleri tarafından derhal olay yerine gönderildiği belirtiliyordu. Habere göre Dr. Lovejoy, İzmir’deki olayın arkasındaki sebepleri konuşmayı reddetti, bunun yerine orada yaşanılan korkunç olayları anlatmayı tercih etti; “Ben Fransa’daki ilk Amerikalı Kızılhaç görevlisi kadındım. Ama orada Dünya Harbi sırasında gördüklerim İzmir’de gördüklerimin yanında bir aşk şöleni gibi kalıyor. İzmir’e vardığımda, limanda çeşitli yerlere dağılmış halde 250 bin insan vardı– perişan, acılar içinde ve çığlık çığlığa- ki bunlar dayak yemiş, elbiseleri paramparça olmuş kadınlarla darmadağın olmuş ve soyulmuş ailelerdi ve hepsi yağma edilmişti. Hayatta kalmalarının 30 Eylül gelmeden kaçmalarına dayandığını bilen kalabalıklar liman bölgesinde toplanıyordu- o kadar kalabalıktı ki, yatacak yerleri bile yoktu. Tuvalet imkânından ise bahsetmiyorum bile. Kalabalığın üçte ikisi kadın ve çocuktu. Ben hiç bu kadar çok kadını çocuk taşırken görmemiştim. Sanırım diğer kalan kadınlar da çocuk bekleyen ya da hamile kadınlardı. İmkânlar ve durum, birçok erken doğuma sebep oluyordu. Ve yer olmadığı için çoğu çocuk anneleri uzanmadan ve de tıbbi yardım olmadan dünyaya geldi. Orada olduğum 5 gün boyunca 200’den fazla bu şekilde olay gerçekleşti. En çok yürek dağlayanı ise annesini yitiren çocukların ya da çocuklarını yitiren annelerin çığlıklarıydı. Muhafızlar öncülüğünde ilerletiliyorlardı, kaybedilenler için herhangi bir geri dönüş yoktu. Çocuklarının peşine düşen ve hayvanlar gibi bağıran anneler 15 feet yükseklikteki çelik parmaklıklara tırmanıyorlar, bunun sonucunda da suratlarına silahların dipçiklerini yiyorlardı. Acaba kaçmak mı, yoksa Türkler tarafından sınır dışı edilmek mi? Hangisinin daha iyi olduğu bir merak konusuydu. Çünkü sonunda gemilere ulaşanların durumu insana bunu düşündürüyordu. Başka hiçbir yerde herhalde bu kadar sistematik bir hırsızlık olmamıştır. Türk askeri her mülteciyi aradı ve üzerlerindekileri aldı. Hatta değeri olan giysi ve ayakkabıları bile üzerlerinden aldılar. Erkekleri soymak için başka bir yol da kullandılar. Askerlik çağındaki erkeklerin her bir bariyerleri geçmesi için rüşvetler istendi ve bu en son bariyere gelene kadar devam etti. Son bariyerde, sınır dışı edilmek için geri gönderildiler. Hırsızlık sadece askerler tarafından yapılmıyor, subaylar tarafından da yapılıyordu. Birer centilmen olması beklenen subaylar tarafından işlenen göz çarpıcı iki tane olaya bizzat ben şahit oldum. 28 Eylül’de Türkler kalabalıkları rıhtıma sürükledi ve Müttefik savaş gemilerinin ışıkları onları aydınlattı. Tüm gece kadın ve çocukların çığlıkları duyuldu. Ertesi gün, çoğu köle olarak götürülmüştü. İzmir’deki bu olaylar hayal edilemeyecek ve kelimelerle anlatılamayacak kadar korkunçtu. İçinde bulunduğumuz böyle durumlarda bir şehrin boşaltılabilmesi için gerekli düzeni sağlayacak ve bu olayların olmasını önleyecek sistemi kuramamak, tarafsız kalma düşüncesiyle olaya yaklaşan ve bu vahşete izin veren bütün dünyanın sorumlu olduğu bir suçtur. Tarafsız kalma emri altındaki bir Amerikan savaş gemisinin Türk ateşi altında bir ticaret gemisine yüzen iki erkek mülteciyi aldığını ve de onları sahilde bekleyen Türk askerlerine, onları bekleyen kesin ölüme geri verdiğini gördüm. Ve de tüm dünya milletlerinden ülkelerin tarafsız kalma emriyle hemen kendi kapılarının, tellerinin önünde yardım isteyen, Türkler tarafından dayak yiyen kadın ve çocukları izlediklerini gördüm.”
“İzmir’den Kaçanlar, Burada Kaçak Yolcu Gibiler- Amerikan Denizcileri Tarafından Kurtarılan Yunanlı, Ailesinin Türkler Tarafından Öldürülüşünü İzledi” ifadeleri, Amerikan destroyeri Litchfield’deki denizciler tarafından kurtarılan 21 yaşındaki Yunanlı bir mültecinin, Constandinos Skatziris’in başından geçenlerin tercüman Archer J. Covo’nun yardımıyla mülteci araştırmacılarına aktardığı haberin başlığını oluşturuyordu. 15 Ekim 1922’de The NYT’da yayınlanan haberde anlatıldığına göre Skatziris, bulaşıcı hastalıklar hastanesi yakınlarında, İzmir’deki Yunan mahallesinde ufak bir bakkal dükkânı işletiyormuş. 16 Eylül’de, yangından üç gün sonra, savaştan önce güreşçi olan ve liman gümrüğünde hamal olarak çalışan dev gibi bir Türk, serseri arkadaşları ile birlikte İzmir’e gelmiş ve yanmamış tüm evleri ateşe vererek evleri yağmalayıp içindekileri öldürmüşler. Haberin devamında Skatziris, yaşadığını iddia ettiği olayları ayrıntılı şekilde anlatmayı sürdürüyordu. “Öğlene doğru benim dükkânıma girdiler hızlıca” diyor kaçak göçmen “uzun eğri uçlu kılıçlarını sallıyorlardı, malları çalmalarını engellemeye çalışan babama saldırdılar, anneme ve kardeşim Thomas’a saldırdılar. Ailem öldürüldü. Bir haydut, kız kardeşim Katherina’yı tuttu ve omuzlarından tutup kendi omuzuna aldı. Erkek kardeşim dükkânın bir köşesinde çaresizce çırpınırken ben de o adamı takip ettim. Her yerde kız kardeşimi aradım. Sonunda onu 1921’de Yunan ordusunun girdiği tarihten beri saklandıkları ve halkı haraca bağladıkları İzmir dağlarındaki kendi yerlerine taşıdıklarını öğrendim. Tüm gün saklandıktan sonra Amerikan Konsolosluğu’na gittim ve mültecileri Yunanistan’a bağlı bir buharlı gemiye bindirmekte olan bazı denizci subayları ve denizcileri buldum. Zorlukla kıyıya gittim, çünkü yangın yıkıntılarından çıkan duman korkunçtu ve yanan tütün depoları insanı boğuyordu. İzmir’de caddeler çok dardı ve bu yüzden onları geçmek imkânsızdı. Ateşler boydan boya yayılmıştı ve yollar yıkıntılarla doluydu. Gümrük binasının merdivenlerinde ailemi tanıyan bir botçuyla karşılaştım. Bana, Katherina’nın Amerikan destroyerindeki denizciler tarafından kurtarıldığını söyledi. Fakat hangi gemiye onu götürdüklerini söyleyemedi. Yangın başladıktan 5 gün sonra ben oraya gittiğim zaman, limanda kadın erkek ve çocuk, tam 2000 mülteci vardı. Son aldığım haber, Amerikan Konsolosluğu Türk eşkıyalar tarafından yakılmış ve kendilerine özgü tarzda yağmalanmıştı.”
TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK
The New York Times, 25 Eylül 1922 (26 Eylül İzmir, Associated Press)
2 The New York Times, 3 Ekim 1922 (2 Ekim İstanbul, Associated Press)
3 The New York Times, 9 Ekim 1922 (8 Ekim Paris kaynaklı haber)
4 The New York Times, 15 Ekim 1922