Carl Van Clausewitz şöyle demiştir:
Savaş politikanın bir aracıdır. İster istemez politikanın damgasını taşır, her şey politikanın terazisinde tartılması gerekir. Devletin onayladığı dış politikanın ana düşüncesi stratejinin genel karakteri bakımından büyük bir rol oynar.
Ülkemizde bu yönde kurumsallaşmanın ilk adımı 1933 yılında kurulan ve temel görevi milli seferberlik olarak belirlenen Yüksek Müdafaa Meclisi’dir.
Günümüzde MGK (Milli Güvenlik Kurulu) olarak isimlendirilen kuruluş, 1961 yılından itibaren anayasal bir kurumdur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra çıkartılan KHK ile kurulun kuruluşu, görevleri ve çalışma usulleri ile ilgili yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Askeri strateji ve milli güvenlik siyasetinin tayini ve tespiti ile ilgili tavsiye kararlarının alındığı kurulun son toplantısı geçtiğimiz günlerde yapıldı ve ilklere de sahne oldu.
YAŞ kararıyla emekli olan kuvvet komutanları taltif edildi ve yeni Dışişleri Bakanı’na Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi.
Önümüzdeki olası toplantının iki ay sonra yapılacağı göz önüne alındığında yeni Genelkurmay Başkanı ile Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının bu toplantıda yer almaları gerekmez miydi?
Toplantı sonucunda açıklanan bildirinin dikkat çekici bir yanı da ikinci maddeydi.
Lozan Barış Antlaşması’nın 100’üncü yıl dönümünde de tarihin Türkiye Cumhuriyeti’ne yüklediği mesuliyetin gereklerinin hassasiyetle yerine getirildiği belirtilmiştir.
Türkiye’nin bölgesinde bir asırdır barış ve istikrara temel teşkil eden antlaşma ile kurulan düzenin, milletin menfaatleri doğrultusunda tahkim edilmesine yönelik kararlılık teyit edilmiştir.
Kimine göre Sevr sonrası yoktan var edilen büyük bir zafer kimine göre Misakı Milli den ödünler verildiği ileri sürülen Lozan’a ilişkin tartışmalara böylece nokta konulmuştur.
Her daim hatırlanmalıdır ki, bu antlaşma ulusumuza sadece güven aşılamamış, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak hak ve hukukunu teslim etmiş ve medeni dünya içinde yer almasını sağlamıştır.
Ayrıca Yunanistan ve hamisi olan devletlere Ege Denizi şartlarının Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden değil Lozan’dan geçtiğine yönelik mesaj da bu bağlamda verilebilirdi.
Bugün Türk toplumunu geren en önemli konu sığınmacıların durumudur.
Ekonomik ve sosyal anlamda yıpratıcı etkisinin artan bir şekilde her alanda görüldüğü ve beka tehdidi yaratabilecek sığınmacılara yönelik bir yol haritasının çizilmesinin zamanı gelmiş hatta geçiyor bile.
Suriye karar süreçlerini etkileyen rejim kaynaklı açıklamalar olumsuzluk içerse de istikrara gidilen yolda ve çözüm sürecinde en önemli aktörün sınır komşusu Türkiye olduğu vurgulanmalıydı.
Bu meyanda; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vecizesini anımsamakta yarar var.
Asıl olan iç cephedir. Önemli olan memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren ilk cephenin çökmesidir. Bu gerçeği bizden daha çok bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlardır, çalışmaktadırlar.
Bir zamanlar devletin orta kademelerinde görev yapan sivil asker bürokrasinin bir arada eğitim sürecinden geçirildiği en önemli ve tek akademik çatı MGA (Milli Güvenlik Akademisi) idi.
Burada uluslararası ilişkilerde takip edilecek siyaset devlet gözüyle formülüne edilirken hem kendi ulusumuzun hem de diğer ulusların milli güç unsurlarının nihai durumlarına bilimsel bir bakış açısı getirilmekteydi.
Akademik ortamda yapılan iç ve dış tehdit değerlendirmelerin devletin etkili ve yetkili organlarıyla paylaşıldığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Son yıllarda genç nüfusun ülke güvenliğine yönelik kayıtsızlığı dikkat çekici boyutlara ulaşmış ve endişe vericidir.
Milli Güvenlik Dersinin müfredattan kaldırılması ve Bedelli Askerlik uygulaması gibi nedenler, sorunun esasını teşkil etmektedir.
Hayaller harika olsa bile gençliğin gerçeklerle yüzleşmesinin tek yolu, ders geçme şartı konmadan anılan dersin müfredattaki yerini tekrar almasıdır.
Keza sivil askeri bürokrasi de bir farkındalık yaratan MGA ’da açılmalıdır.
Çevre ülkelerde yaşanan olumsuz gelişmeler, sözde müttefik ülkelerin hasmane tutumları ile sığınmacıların durumu bu iki hususu zorunlu kılmaktadır.
Son sözse; Yine Atatürk’ten…
Kendilerine bir ulusun geleceği emanet edilen adamlar, ulusun güç ve kudretini yalnız ve ancak yine ulusun gerçek ve ulaşılabilir çıkarları yolunda kullanmaktan sorumlu olduklarını bir an bile akıllarından çıkarmamalıdırlar.
İsmet Hergünşen