Atatürk ve Görev Bilinci

Görev bilincinin asıl enerjisi vatan sevgisidir. En üstte daima o yatar. Vatan sevgisi zor seçimler yapmayı, bedensel ve ruhsal refahı ertelemeyi ve dikkat dağıtıcı unsurlara veya zorluklara rağmen tutarlı bir çaba yolunda kalmayı içerir. Görev bilinci güçlü bir akli ve bedeni disiplini gerekli kılar.  Ferdin düşüncesini, duygularını ve hareketlerini düzenlemesini gerekli kılar. Vatan sevgisi ile yıkanan görev bilinci bir nevi frendir. Kişinin tutarlı ve güvenilir olmasında önemli rol oynar. Hedefe odaklanmada rol oynar. Bedenin rahatlık ve konfor özlemine karşı denge sağlar. Dolayısı ile dayanıklılık ve düştüğünde yeniden ayağa kalkmaya yardım eder.

GÖREV BİLİNCİ VE ERDEM

Şüphesiz görev bilincinin oluşmasında kişinin ahlaki, vicdani değerleri ve karakteri önemli yer tutar. Yüksek ahlaka ve vatan sevgisine sahip bir kişi aynı zamanda kendi davranışlarını, arzularını, ihtiraslarını da kontrol edebilen, çekinmeden sorumluluk alan ve hesap verebilen erdemli bir kişidir. Böyle bir kişi lider olmaya da adaydır. Şahsi menfaatlerine, anlık ihtiras ve zevklerine teslim olmuş, bedensel refahını ruhsal refahın önüne koymuş bir kişi zaten görev bilincine sahip olamaz. Günlük hatta anlık yaşar. ‘’Carpe Diem’’ci bu kişiler fedakârlık yapamaz, sorumluluk alamaz. Yarını düşünmedikleri için plan da yapamaz.

GÖREV BİLİNCİ VE SORUMLULUK

Karakterinde sorumluluk duygusu olmayanlarda görev bilincinin oluşması beklenemez. Vatan sevgisi ve görev bilincine sahip birinin sorumluluk ve hesap verme duygusu büyük bir disiplin içinde ölene kadar devam eder. Bu tip kişiler için kurumsal emeklilik söz konusu olsa da kişisel ve bilinçsel emeklilik asla söz konusu olamaz. Aydın sorumluluğunun yükünü kendi hür irade ve seçimleri ile ölene kadar taşırlar.

ASKERLİKTE GÖREV BİLİNCİ

Her kişinin, her kurumun ve kuruluşun her seviyede görev bilinci pratiği vardır. Ancak en keskin uygulandığı alan şüphesiz askerliktir. Zira askerlikte işin özü vatanın  bekası, milletin özgürlük ve refahı ile devletin jeopolitik çıkarları için savaşmaktır. Savaşın özü şiddettir. Şiddetin özü ateş gücüdür. Bu silaha sahip olan asker, kişisel ve kurumsal olarak ancak görev bilinci altında sahip olduğu ateş gücünü disiplin ve hesap verebilirlik altında kullanabilir. Askerliğin özünde ölmek ve öldürmek; yaşamak veya yok etmek olduğundan bu gücün en dikkatli ve etkin şekilde kullanılması gerekir. Böylesi bir güç devlet adına görev bilinci olmayan, tecrübesiz, ilkesiz, erdemsiz, eğitimsiz kişilere emanet edilemez.

ORDU İÇ SİYASETTEN UZAK DURMALIDIR

Ordular milletin emrindedir. Hiçbir siyasi parti, kurum ve kişinin etki alanında olamazlar. Siyasallaşan ordular millete felaket getirir. En güzel örneği Balkan Savaşında ordunun İttihat Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Partisi arsandaki bölünmüşlüğüdür. Sonu felaketle bitmiştir. Atatürk, ordunun siyasete müdahil olmasının da disiplin ve görev bilincine zarar vereceğini bilen biriydi. Balkan savaşını yaşamıştı. Şöyle diyordu: ‘’Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder. Ve vatanın savunma gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplini ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister.’’

ORDUNUN İDEOLOJİSİ

Diğer yandan askerlikte vatan sevgisini tetikleyen güç aslında ordunun ideolojisidir. İdeolojisi olmayan ordu yoktur. Gücünü kurulmuş olan devletin kurucu ideolojisinden ve anayasasından alır. Türkiye Cumhuriyetimizde bu güç anayasa ve Atatürk’tür. Ordumuzu, donanmamızı, hava kuvvetlerimizi bir ideoloji altında besleyen ana ve en güçlü nehir Atatürk ve onun ilkeleridir. Zira Atatürk, vatan sevgisinin bu topraklarda yaşamış en somut ve heybetli örneğidir. ‘’Vatan sevgisi, ruhları kurtaran en kuvvetli rüzgardır’’ diyen Atatürk, vatan için fedakârlık yaparak Türklerin büyük halaskarı (kurtarıcısı) olmuştur. Ona vatan kurtarma görevi hiçbir kimse tarafından verilmemiştir. Tarihin ve talihin onu hazırladığı yer ve zamanda kendi kararını kendi vermiş, çevresindeki kendi gibi düşünen vatanseverlerle oluşturduğu şartları dünya tarihinin gördüğü en büyük kurtuluş hareketine dönüştürebilmiştir. O sadece vatan kurtarmamış, yeni bir devlet kurmuştur. Bugün Anadolu ve Trakya yarımadaları ile mavi vatanda özgürlük nefesi alıyorsak sebebi odur. Cumhuriyetin çimentosu, ordunun ideolojisi kısacası cumhuriyetin varoluş nedeni ve doktrini Atatürk ve onun her biri birbirinden değerli altı ilkesinde (cumhuriyetçilik, devletçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik ve devrimcilik) hayat bulan ideolojidir. Atatürk, gençliğinden itibaren Fransız ihtilali ile vatan şairi Namık Kemal ve Türkçülüğün öncülerinden Ziya Gökalp’ten etkilenerek Osmanlının din temelli ve Türk’ü yol saydığı çok milletli kimliğinden vatan sevgisi ve Türk milliyetçiliğine dayanan düşünce yolunu açmıştır.

SUBAYIN GÖREVİ FEDAKARLIK GEREKTİRİR

Atatürk’te görev bilincinin genç bir subayken 1911’de Libya’da iştirak ettiği İtalyan Savaşında teorik ve pratik olgunluğa eriştiğini görebiliyoruz. Libya’da büyük kahramanlıklara şahit olan Atatürk, daha sonra Balkan Savaşında ordunun düştüğü acıklı durumdan gerekli dersleri çıkarabilmiş bir komutan ve liderdir.  Onun Balkan Savaşı sonrası yakın silah arkadaşı Nuri Conker’in yazdığı ”Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” adlı eserini okuduktan sonra onunla hasbihal şeklinde yazdığı yorumlar bugüne ışık tutmaktadır. Görev bilinci en üst perdede ideallere sadakat yani yüksek ülküye bağlı kalabilmek, gerekirse onlar için bedel ödemek ve hatta ölebilmeyi gerekli kılar. Atatürk henüz İtalya Savaşı başında şöyle diyordu: ‘’Subaylık, canını feda etmeyi mutlak göze almış olmak demektir. Bir subay, savaş sanatı adına hayatına, varlığına hiç önem vermeyecektir. Subay, hayatını ve rahatını hiç düşünmeden gerekirse her ikisini feda etmeyi şeref bilecektir. Namusun icap ettirdiği budur. ‘’ 

ATILGANLIK, CESARET VE TAARRUZ ESASTIR

Birinci Dünya Savaşında Çanakkale’de 19. Tümen Komutanı iken birliklerine şu emri vermişti: ‘’Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım… Muharebede atılan her merminin isabet etmediğine dair verdiğim teminata karşılık, “muharebede yağan mermi yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ıslatır” diyeceğim.’’ Atatürk, Stratejik düzeyde milli gücün kullanımında ordunun görevini, vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmak olarak görüyor ve ilave ediyor: ‘’Bu kalkış, elbette olduğu yerde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa kalkışılmış olmaya değer. Muharebe için düşmanı ordugâhımızda beklemek olmaz. Onu uzaktan karşılamak daha güzeldir. Düşman azsa yetişebilenlerimiz durdurur veya uzaklaştırır; çoksa bütün mücahitler gelinceye dek ateş açarak hareketi yavaşlatır, gerekirse biraz geriye çekiliriz. İleri gitmek, beklemekten yeğdir. Hiçbir şey yapamazsak düşmanı görür, kuvvetini anlar, merakımızı gideririz.” Kumandan ve Zabitan ile Hasbihal kitabında şöyle diyordu. ‘’Harp taarruzdur. Ordu, taarruz, ordusu olmalıdır. Elimizdeki silah kendimizi düşmandan korumak için değil, belki düşmanı bizden korunmaya mecbur etmek içindir.’’

LİYAKAT VE GÖREV BİLİNCİ

Atatürk tecrübe, bilgi ve erdeme dayalı liyakatın önemini de şöyle vurguluyor: ‘Komutanların askerlerin kendiliğinden düşünerek iş yapabilecek meziyette yetiştiklerine kanaat getirilmeden bir askerî birliğin, bir ordunun güvenilecek ve dayanılacak kuvvet olarak bilinmesi ihtiyatsızlıktır, felakettir.’’ Liyakatsizlik ve yanlışlıkları düzeltmeden, üstlerini ve amirlerini mutlu etmek için yalana varacak düzeyde gerçekleri saklayan ve son tahlilde birliğin harbe hazırlığını yanlış aksettirenler için de şunu söylüyor: ‘’Burada gerçekleri görüp söylememek, ordunun hantallığına, itibarsızlığına, harpte vatanı kurtarmak üzere istenecek hayatî görevini yapamamasına yürekten rıza göstermek demektir ki, buna da ihanet denilir.’’ 

İNİSİYATİF VE GÖREV BİLİNCİ

Disiplin ve görev bilinci ileri derecede gelişmemiş bir birlik kendiliğinden düşünerek iş yapamaz. O nedenle Atatürk’ün bu alanda en çok üstünde durduğu konu inisiyatiftir. Ancak inisiyatif de gücünü bilgiden almalıdır. Şöyle diyor: İnisiyatif “Muharebede galibiyet ve zafer elde edilmesi, en küçük rütbeli dâhil bütün rütbelilerin, etraflıca düşünerek kendiliklerinden tedbir tasarlamaya alışmış olmalarına bağlıdır… Bu kuvveti meydana getirenler, genel hayatları, fikirleri, hareket serbestileri bastırılmamış güçlü, neşeli asker ve subaydan oluşursa böyle bir askerî birlikte düşünerek kendiliğinden iş görme yeteneği fazlasıyla ortaya çıkar. Bugünkü ordularda barış zamanında, uzun yıllar boyunca uygulanan şiddetli disiplin, birçoklarında kendiliğinden hareket yeteneğini boğuyor. Bu sebeple, bugünkü üstler, astlarında inisiyatif uyandırmak için onları uyarmak, bilhassa muharebede teşvik etmek, isteklendirmek mecburiyetindedirler. Daha düne kadar, Osmanlı ordusunun komutanlarında, subaylarında, askerlerinde inisiyatife bedel tembellik fikri görülüyordu.’’

GÖREV BİLİNCİ VE ÖLMEYİ EMREDEBİLMEK

Çanakkale Savaşı Atatürk’ün vatan sevgisi ve görev bilinci konusunda belki de dünya tarihine geçen en çarpıcı örneğine sahne olmuştur. Anzak kuvvetleri 25 Nisan 1915 sabahı Bigalı batısı kıyılarına çıktı. 19. Tümen Komutanı olarak düşmanı kıyıdan bekleyen Yarbay Mustafa Kemal, Conkbayırı/Kocaçimen tepede düşmandan kaçan askere şu emri verdi: ‘’Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hakim olabilir.’’  Onun bu emri vermesi ondan beklenen bir davranıştı.

ASKERLİKTEN SİYASETE GEÇEBİLMEK

Askerliğinde ölmeyi emredecek ve askerleri ile beraber düşman mermilerine meydan okuyacak birisi devlet adamı kimliği ile aynı meydan okumayı askeri politik arenada da yapabiliyordu. Atatürk henüz İtalya Savaşı başında şöyle diyordu: ‘’Vatan, silâhlı bir tecavüz karşısında bulunduğu için biz sadece harp ediyoruz. Fakat vatanın selâmeti bir gün siyaset yapmamızı emrederse bu harbi yaptığımız hulûs ve sadakatla onu yapmakta bir lâhza tereddüt etmeyeceğiz.’’ 29 Ekim 1937 günü Ankara Palas’ta yapılan Cumhuriyet Balosu’nda Fransız Büyükelçisi’ne aynen şöyle diyordu: ‘’Milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım. Namusum üzerine söylüyorum ki, o Türk toprağını Fransızlara bırakmayacağım. Ben sözümü yerine getiremezsem, milletimin önüne çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem, yenilirsem bir dakika yaşayamam.’’

GÖREV BİLİNCİ VE BAĞIMSIZ KARAKTER SAHİPLİĞİ

Görev bilincini etkileyen en önemli enerjilerden birisi de 1000 yıldır Türk’ün devlet kurmuş ve ana yurdu olmuş bu topraklarda sömürge olmadan, kalıcı işgallere uğramadan, sömürge valilerine boyun eğmeden özgür ve bağımsız yaşayabilmiş olmamızdır. Son 101 yılda da en büyük enerjimiz sadece Türk kanı ile başarılan 4 yıllık bir kurtuluş savaşının sonunda kurulan asırlık bir cumhuriyete ve dünya tarihinde örneği çok az görülecek bir uygarlaşma devrimine sahip olmamızdır. 1945 sonrası emperyalizm ve yerli uşaklarının etnik ve dinsel her türlü bölünme ve ayrıştırma kumpaslarına, Atatürk ve devrimlerinden bilinçli şekilde uzaklaştırılmamıza rağmen Atatürk her geçen gün daha da güçleniyor. Onu unutturmaya ve küçük görmeye çalışanlar emperyalizme hizmet ediyorlar. Zira Atatürksüz Türkiye onların en büyük hedefidir. 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresinde sanki günümüz Türkiye’sini anlatır şekilde şöyle diyordu: ‘’Şurada acıklı bir gerçek olmak üzere bildireyim ki, ülkemizde pek çok yabancı parası ve bir çok propagandalar dönüyor. Bundaki amaç pek açıktır ki; ulusal eylemi başarısız bırakmak, ulusal isteklere inme indirmek, Yunan, Ermeni isteklerini ve yurdun kimi önemli kesimlerini işgal amaçlarını kolaylaştırmaktır. Bununla birlikte her dönemde, her ülkede ve her zaman ortaya çıktığı gibi bizde de kalp ve sinirleri donmuş, anlayışsız insanlarla birlikte vatansız ve aynı zamanda kişisel emel ve çıkarını, yurt ve ulusun zararında arayan alçaklar da vardır. Aynı günlerde Mustafa Kemal’in bu tip batıcı ve mandacı şahsiyetler için yaverine söylediği söz çok çarpıcıdır: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar.” 

ASKERLİK YEMİNİMİZ

1975 yılının ağustos ayında bugün kapatılmış olan Deniz Lisesinden mezun olarak Deniz Harp Okuluna geçtik. Orada 1 aylık bir kamp döneminden sonra Türk bayrağı üzerinde askerlik yemini ettik. Yemin ile artık askeri şahıs olmuştuk. Bugün de aynısı okunan yemin metni, askerler için aslında görev bilincinin ve fedakarlığın sade ve somut bir nişanesidir. Şöyledir: ‘’Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada; Her zaman ve her yerde; Milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet; Kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip, icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda, seve seve hayatımı feda eyleyeceğime, namusum üzerine and içerim.’’ Görüldüğü üzere yeminde millet, cumhuriyet, vatan ve vazife vurgulanmaktadır. Milleti için vatanını kurtararak yeni bir cumhuriyet kuran Atatürk bu yeminin var oluş nedeni ve ruhudur. Türk devleti ve milletinin geleceğinin emanet edildiği askerimizin asli ve yegâne bir görevi de Atatürk’ün birleştirici çimentosunda ilerlemektir. Dünyayı ve kaçınılmaz bir şekilde ülkemizi çok zor günlerin beklediği mevcut konjonktürde zaman sadece askerlik ortamında değil her alanda büyük kurtarıcıya sımsıkı sarılmaktır.

(Ülkemizdeki eğitim ve öğretimin niteliğinin her geçen gün geriye gittiği, eğitim ve öğrenimin kurucu ideolojimizin laiklik, halkçılık ve devletçilik prensiplerinin tam yol dışına itildiği şu günlerde Atatürk’e ve devletimizin hak ettiği aydınlık geleceğe umutla bağlanan ve gençlerimize rehberlik eden öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum. Geçmişte tedrisatından geçtiğim tüm öğretmenlerimden hayatta olanlara huzur ve mutluluk; vefat edenlere rahmet diliyor, hepsinin hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.) 

Cem Gürdeniz