Yaraların sarılmaya çalışıldığı depremde yüzü aşkın ülkenin göstermiş olduğu yaklaşımı tam da insani duygularla değerlendirmeye çalışıyordum ki; Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın tiviti, beni maziye götürdü.
Soğuk savaş sonrasında Akdeniz ve mücavir alanlarda kriz veya gerginlik zamanlarında ani reaksiyon gösterilmesi için 1992 yılında “Akdeniz Daimi Deniz Kuvveti (STANAVFORMED)” oluşturulmuştu.
İlk komutanı Türk olan bu kuvvete, 1996 Kardak krizinin birkaç ay sonrasında, savaş harekat subayı olarak görev icra ettiğim “Yıldırım firkateyni” de katılmıştı.
Görevin özelliği bir yana, emrine verilmiş kuvvetleri sevk ve idare edecek olan birliğin Komutanı (Comstanavformed) Yunanlı idi.
Kendisinin özelliği, kısa bir zaman öncesinde gerçekleşen Türk ve Yunan donanmasının çatışma ortamına geldiği Kardak krizinde Yunan Hücum Birliği’ne komuta etmiş olmasıdır.
Yunanlı Komutan, Türk firkateyni dahil diğer gemilerde her tatbikat ya da operasyon öncesi ve sonrası yapmış olduğu brifinglerinin sonuncusunu kendi firkateyninde yapmıştı.
O gün “459 borda numaralı Adrias firkateyninde” gördüklerim bugün bile tazeliğini korumaktadır.
Toplantının icra edileceği subay salonunda, “Sarayburnu önlerinde üç Yunan harp gemisi ve Ayasofya’yı konu eden yağlı boya tablo” hemen dikkatimi çekmişti.
Tarihsel bir uygulamanın değişmez taktiğini sergileyenlerin sadece din ve siyaset adamlarının olmadığını yerinde müşahede etmiş oluyordum.
Oturma düzeni de öyle oluşturulmuştu ki, tablo tam karşımda duruyordu.
Gösterilen davranışın, Yunan büyük ülküsünü “Yunan asker personel üzerinde motivasyon aracı olarak kullanılması kadar müttefik ülkelerin personelini de etkilemek” olduğu sonucuna varmıştım.
Aldığımız emirler, bir o kadar açık ve bir o kadar netti.
“Yunanlıların yapacağı ya da yapmaya girişecekleri tahrik ve provokasyonlara kapılmayacaktık.”
Yanımda oturan Hollanda kraliyet donanması harp gemisi harekat subayı durumu fark etmiş olacak ki; “Bizler Türkleri fil, Yunanlıları fare gibi görüyoruz” ifadesi tebessüm etmeme yetmişti.
Her fırsatta algı yaratma çabasına bu kez de askerler katılmış, belki de müttefik ülke subayları nezdinde hedeflerine ulaşmışlardı.
Toplantı bitiminde uğurlamakta olan harekat subayına; “Gemileri Sarayburnu’na getirmenize gerek yok. İstanbul’da sizleri en iyi şekilde ağırlar ve Ayasofya’yı da ziyaret etmenize olanak sağlarız” diyerek, içimi azıcık boşaltmıştım.
Daha sonra karşılaştığım Yunan Subayının mahcubiyetini de her daim hissettim.
Küçük Asya macerası ve Kıbrıs ile sona erdiğini ve artık fanteziden öteye geçmeyeceğini düşündüğüm Megali İdea maddelerini bir kez daha hatırlamakta fayda vardır.
- Yunanistan’ın bağımsızlığı (1829/1830)
- Batı-Doğu Trakya ve Selanik’in ilhakı (Birinci Dünya Savaşı)
- Kuzey Epir’in ilhakı (Balkan Savaşı)
- Ege Adalarının ilhakı (Balkan Savaşı)
- On iki Adanın ilhakı (1912/1923 İtalya lehine feragat-1947 Yunanistan)
- Girit’in ve Rodos’un ilhakı (1913)
- Batı Anadolu’nun ilhakı
- Kıbrıs’ın ilhakı
- Gökçeada ve Bozcaada’nın ilhakı
- Pontus Rum Devleti’nin kurulması
- Son olarak İstanbul Türklerden alınarak, Bizans İmparatorluğu yeniden ihya edilecek.
“Herkesi kör, alemi sersem” sanan bu zihniyet, tarihte yaşanan gerçekleri ve uluslararası anlaşmaları yok sayarak, Türkiye ve Türkler aleyhine her fırsatta sergilenmeye çalışılmaktadır.
Ege Denizi’nin her iki kıyısında yer alan ülkelerin provokasyon ve fitnelere kurban edilmesi enerjinin tüketilmesinden başka bir şey değildir.
Neyse ki; Dendias çabuk geri adım attı.
Sorunların çözümü aşamasında da aynı iradeyi göstererek, on yıllarca süren düşmanlıklarla kuşatılmış olan Türk Yunan ilişkilerinin kasvetli havasının dağılmasına olumlu katkı vermeye çalışır.
Son sözse; “Nikos Dendias aynı ismi taşıdığı Nikos Sampson gibi anımsanmak yerine Eleftherios Venizelos olmaya gayret etmelidir.”
İsmet Hergünşen