ATATÜRK VE MİLLİ KÜLTÜR

Kapitalist emperyalizme karşı Misakı Milli sınırları içinde özgür,tam bağımsız ve milletin egemenliğinde ulusal devlet kurmak için başlatılan “Hürriyet ve İstiklâl Savaşı” zaferle sonuçlanınca, Gazi Mustafa Kemal’e;

– İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz? sorusuna verdiği cevap:

– Millî Eğitim Bakanı olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir.(1923)[1]

Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ilânından birkaç ay sonra da 4 Aralık 1923 günü Tercüman-ı Hakikat “baş muharririne” verdiği demeçte; düşmanın taş taş üstüne bırakmadığı bir ülkenin “cumhurunun başkanı” olarak, asıl hedeflerinin Türkiye Cumhuriyeti’ni “asri/çağdaş” ve “medeni” bir memleket hâline getirmek olduğunu söyler ve bu yoldaki kararlılığını net bir ifadeyle şöyle dile getirir:

“Memleket mutlaka asrî/çağdaş, medenî ve müteceddid/yenilenmiş olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. (…) Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz, ne kadar teceddüt(yenileşme) taraftarıdır.

(…) Terakki/ilerleme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz, teceddüt/yenilik vadisinde duracak değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu âhengin haricinde kalabilir miyiz?”[2]

Gazi Mustafa Kemal, bu sözleri söylediğinde,

* Ülkeden saltanat kaldırılmış,

* Büyük Zafer emperyalist güçlere Lozan’la tescil ettirilmiş ve

* Yeni rejimin adı Cumhuriyet şeklinde konularak,

* “Muasır/çağdaş medeniyete” doğru yol alacak geminin kaptan köşküne oturmuştur.

Bu sözler, Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı kimliğiyle söylediği sözler olarak son derece dikkat çekicidir ve anlamlıdır.

Teceddüt/yenileşme, asrileşme/muasırlaşma, Batılılaşma veya modernite, ne ad verilirse verilsin; Atatürk dönemi sosyal ve kültürel açıdan “milletleşme” ve “muasırlaşma/çağdaşlaşma” yönünde köklü bir değişimi hedefler. Bu yolda örnek alınacak model ise, milliyetçilik ve hürriyete dayalı bir devrimi gerçekleştiren Fransa olur. Devrimcilik, halkçılık ve devletçilik ilkelerinde ise 1917 Ekim Devriminin izleri görülür. Fakat Mustafa Kemal, bu doğal etkilere karşılık kendine özgü bir modelin peşindedir.[3]

Atatürk, bir taraftan imparatorluğun külleri üzerinde,

* “Türk ulusuna” dayalı millî bir devlet oluştururken;

* Bir taraftan da genç cumhuriyete, millî kültürü çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak,

* Hatta onun üstüne çıkararak tarihte olduğu üzere öncü olma gibi, tarihsel görevine uygun, büyük bir hedef gösterir.

“Memleketler çeşit çeşittir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi (ilerlemesi, gelişmesi) için de bu yegâne medeniyete katılması lâzımdır.”[4]diyen Atatürk’e göre, kültür ve medeniyet aynı şeylerdir.

Medeniyet bütün insanlığın ortak mirası, ortak birikimidir. Bu nedenle kültürlü insanlar bu mirasa ortak olmalıdır. Bu bir taklit değil, millet olarak var olabilmenin koşuludur. Yani “muasır medeniyet gemisinin” rotası, Avrupa değil, muasır medeniyetin/çağdaş uygarlığın merkezidir. Bunun, aynı zamanda Türkleri tarih sahnesinden silmek isteyen merkezin de adı olması, tarihin ve talihin garip bir cilvesidir.

19. yüzyıl, dünya üzerindeki denetimi ele geçiren Batı ülkelerinin, kendi sınırları dışında kalanları kendi düzenine uymaya zorladığı bir çağ olarak kabul edilir. Osmanlılar için de bu yolda değişmekten başka çıkış yolu kalmamıştır. Bu değişim, öncelikle elçiliklerde ve şehir yaşamında özellikle yönetim kesiminde kendini gösterir ve eğitim kurumlarıyla devletten topluma doğru yavaş yavaş yayılır.

“Muasır medeniyet” dalgasının bütün dünyayı etkisi altına aldığı bir süreçte, bu dalganın rüzgârını arkasına alan Atatürk, kısa sürede önemli reformlara imza atar. Hayatını, bu hedefi anlayacak ve anlatacak fertleri yetiştirmeye ve kurumları oluşturmaya adar. Cumhuriyet’in ilânını izleyen yılda, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılır, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Yeni Anayasa kabul edilir. Batılı anlamda musiki eğitimi vermek üzere, Musiki Muallim Mektebi kurulur.[5]

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Temeli “Kültür” dür

Mustafa Kemal Atatürk, kültürü şöyle tanımlıyor:

“Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir. Yine insan, enerjisiyle ve fakat doğanın ona iltifat edildikçe tükenmez yardımıyla yükselen, genişleyen insan zekâsı; sınırsız kavrayış anlamında insanım diyen bir özel niteliği olur. İnsan, hareket ve faaliyetin, yani dinamizmin ifadesidir. Bu, böyle olunca kültür, yukarda işaret ettiğimiz insan niteliği olarak insan yaratmak için bir esas unsurdur. Bunu kısaca açıklayalım: Kültür, doğanın yüksek feyizleriyle mutlu olmaktır .Bu ifade içinde çok şey mevcuttur. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık…Bunların hepsi insanlık niteliklerindendir. İşte kültür sözcüğünü mastar şekline soktuğumuz zaman, doğanın insanlara verdiği yüksek nitelikleri, kendi çocuklarına, torunlarına ve sonrakilere vermesi demektir. Anlatmak istediğim şudur ki, yeni devletimizin,

– Türkiye Cumhuriyeti’nin çocukları kültürel insanlardır.

– Yani hem kendileri kültür sahibidir, hem de bu özelliği çevrelerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına inanırlar.”[6]

2. Millî Bağımsızlık İle Eşdeğerde Olan Millî Kültürün Önemi

“Kültürleşme”, iki kültürün karşılıklı etkileşim sonucu değişime uğraması, yeni sentezler gerçekleştirmesi veya “kültürsüzleşme” (aculturation), yani kültür yitimiyle arasında hassas bir çizgide gelişen bir süreçtir.

Kültür değişimi ile “kültürleşme” ve kültürel öğelerin aktarılması farklı süreçlerdir. Atatürk de, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan kültürün, “kültürsüzleşmeden” “kültürleşme” sini ister. Millî Mücadele’nin en hararetli döneminde toplanan ilk Maarif kongresinde, hedeflerinin “doğudan ve batıdan uzak”, tarihî ve millî “seciyemiz” ile uyumlu bir kültür olduğunu söyler. Çünkü Türk milletinin millî dehasının gelişimi bu şekilde olabilir:

“Şimdiye kadar izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir neden olduğu inancındayım. Bunun için bir Milli Eğitim programından söz ederken, eski dönemin hurafelerinden uzak ve doğuştan var olan özelliklerimizle hiç de ilişkisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden uzak, millî ve tarihî karakterimizle uyumlu bir kültürdür. Ulusal karakterimizin tam olarak gelişmesi, ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı etkilerini tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle uyumludur, o zemin milletin karakteridir.”(1921)[7]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, bilim ve teknolojinin yanında sosyal ve kültürel alanda da Batı kültürünü model almayı esas alır.[8]Fakat bu, “Batılılaşma” değil, “çağdaşlaşma”, yani çağın gereklerini yerine getirmektir. Bu da sadece Batı’ya yönelmeyi gerektirmez.[9] Çünkü;

“Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak sağlayacağız.”(1932)[10]

3. Atatürk’e Göre Kültür Ve Medeniyet

Afet İnan’a yazdırdığı notlara göre, Atatürk 1930’da kültür ve medeniyeti şöyle tanımlar:

“Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan (kültürden) ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu görüşü açıklamak için hars ne demektir, tanımlayayım: Bir insan toplumunun,

– Devlet hayatında,

– Düşün yaşamında, yani bilimde, sosyolojide ve güzel sanatlarda,

-Ekonomik hayatta, yani tarımda, sanatta, ticarette, kara, hava, deniz ulaştırmacılığında yapabildiği şeylerin bileşkesidir.”

“Bir milletin medeniyeti denildiği zaman hars adı altında saydığımız üç tür faaliyet bileşkesinden hariç ve başka bir şey olmayacağını zannederim. Kuşkusuz her insan toplumunun hars, yani medeniyet derecesi bir olmaz. Bu farklar devlet, düşün, ekonomik yaşamların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi, bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görülür. Önemli olan bileşkeler üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette kalmaz diğer milletlerde de etkisini gösterir. Büyük kıtalara yayılır. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve yaygın harsa medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, çağdaş uygarlık gibi. (…) Özetle, medeniyet, harstan başka bir şey değildir.”[11]

Atatürk bazen de, sınırlarını daraltarak kültürü, toplumu oluşturan bireylerin zihniyet dünyasını oluşturan özümsenmiş ve bütünleşmiş bir bilgi birikimi olarak değerlendirir. Kültürün, bireylerin benliğini şekillendirmedeki eğitici yönünü öne çıkaran Atatürk, kültürü eğitim, yani “kültürleme” anlamında kullanır. 1935’ten 21 Eylül 1941 tarihine kadar Maarif Vekâleti’nin adının Kültür Bakanlığı olarak kalması da bu açıdan dikkat çekicidir.

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, devletin aslî unsurunu oluşturan Türk ulusu ile emperyalizme karşı verdikleri millî mücadeleyle, “Türk adını” ve “Türk kültürünü” yaşatmayı sürdüren yüksek deha sahibi müstesna bir liderdir.[12]

4.Medeniyetin Coşkun Seli Karşısında Mukavemet Yararsızdır /Anlamsızdır

Atatürk, 28 Ağustos 1925’te, İnebolu Türk Ocağı şubesinde giyim, kuşam ve şapka hakkında konuşurken bu gerçeği veciz bir dille şöyle ifade etmiştir:

“Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir ve o, gafil ve itaatsizler hakkında acımasızdır.”[13]

Bu sözler, O’nun lideri ve halkıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadele’den sonra karşı karşıya kaldığı yeni bir imtihandır ve “temeli kültür olan” Türkiye Cumhuriyeti bu sınavdan da yüzünün akıyla çıkmalıdır:

“Efendiler. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikatte medenîdir. Fakat ben, sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, düşüncesiyle, zihniyetiyle medenî olduğunu ispat ve göstermek zorundadır. Medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile yaşamı ile yaşayış biçimiyle medenî olduğunu göstermek zorundadır.”[14]

Atatürk, “medeniyetin coşkun seli” önünde savrulup gitmektense, bu seli doğru vadilerde akıtmak hedefindedir.

5. Atatürk’ün, Özellikli Yapılarda Oluşturduğu Kültür Kurumları

Atatürk’ün kültür anlayışının temelinde millî ve çağdaş kültür kavramları yatar.[15] Atatürk bir eylem adamıdır. Kültürle ilgili düşüncelerini devrimlerle yaşama geçirmiş, kültür unsurlarının kurumlaşmasını sağlayarak birçoğu günümüze kadar gelen Cumhuriyet döneminin en önemli kültür kurumlarını oluşturmuştur.

* 3 Mayıs 1920’de kurulan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Hars (Kültür) Müdürlüğü kurulmuştur. Hars Müdürlüğü ileride kurulacak olan Kültür Bakanlığı’nın da çekirdeğini oluşturacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk kültürünü ortaya çıkarmak ve geliştirmek, dünyaya tanıtmak için bazı kurumlar oluşturdu. Bu kuruluşların başında Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu, Halkevleri ve Türk Ocakları geliyor. TTK ile TDK özerklik anlayışı içinde kurulmuştur.

* Atatürk’e Göre Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu:

“Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu her gün yeni hakikat ufukları açan ciddi ve gerekli takdire değer çalışmalar yapmışlardır. Türk milli varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurulu mahiyetini almışlardır ki, bunu görmek hepimiz için sevindirici olmuştur. İki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını reddedilemez bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk Milleti için değil, fakat bütün bilim dünyası için dikkat çeken ve uyandırıcı kutsal bir görev yapmış olduklarını güvenle söyleyebilirim.”

“Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire değer kıymet ve nitelik göstermektedir. Tarih tezimizi reddedilmez kanıt ve belgelerle bilim dünyasına tanıtan Tarih Kurumu, memleketin çeşitli yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve uluslararası toplantılara başarıyla katılarak verdiği bildirilerle yabancı uzmanların ilgi ve takdirlerini kazanmıştır. Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.”[16]

*Halkevleri: Anadolu’ya bir ağ gibi yayılan halk evleri de, oldukça bağımsız bir yapıya sahipti. Bu yarı bağımsız yapı sayesindedir ki, halkevleri kendilerinden beklenen işlevi başarıyla yerine getirdi. Dokuz dalda sanatçı yetiştirdiler, sanatı halka sevdirdiler, yerel kültür birikimini harekete geçirdiler. Daha da önemlisi, kültür devrimini halka taşıdılar.[17] Atatürk, kültür politikasını ulusal olarak gördüğü için bu kurumların ulusal nitelikleriyle oluşmasına özen göstermiştir.

Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görevi gerçekleştiren halkevleri hakkında Atatürk şöyle demiştir:

“Partimizin, Halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını açması, vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı.”[18]

*Atatürk’e Göre Türk Ocağı:

“Türkün varlık ve birlik ocağı olan Türk Ocakları’na gelince, onlar Türk ulusal siyasetini izleyen, ulusal kuruluşlardır. Millet ve milliyet düşüncesinin gelişmesi için çalışmalarda bulunurlar. Türk Ocakları da kültür etrafında kurulmuştur. Ülküsünü gerçekleştirmek için düşünce yaşamında millete eğiticilik yapar; bilim, ekonomi, sosyoloji, politika ve güzel sanatlar gibi bütün kültür alanlarında yurttaşları yetiştirmek üzere öncülük ederler.”

“Türk Cumhuriyeti’nin Devrimi ocaklara dayanmaktadır.” (1925)[19]

“Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyeti’nin temel işlevi olarak sağlamak” her Türkün yaşam boyunca yapması gereken öncelikli ulusal görevi ve vatan borcudur.

SEDAT ŞENERMEN


Kaynakça
[1] Liseler için Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti, (Hazırlayan: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti), 1931, s.247.
[2]-[4] Aydın SAYILI, Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri, Ankara, 1990, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, s.66, 69.
[3]-[5]Prof.Dr. Osman HORATA, [Türkiye Cumhuriyeti’nin “Medeniyetin Coşkun Seli” Karşısında İmtihanı veya Atatürk ve Kültürü], Cumhuriyet Dönemi Türk Kültürü Atatürk Dönemi (Kitabı içinde), Ankara, 2009, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, c.I, s.66, 67.
[6] Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayını, s.261-262.
[7]ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.16-17.
[8] Prof.Dr. Halil İNALCIK, “Siyaset, Ticaret, Kültür Etkileşimi”, Osmanlı Uygarlığı, Ankara, KTB Yayını, c.2, s.1050.
[9]Prof.Dr. Bozkurt GÜVENÇ, Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Ankara, 1993, K.B Yayını, s.39.
[10]ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.358.
[11]A.SAYILI, Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri, s.1-2.
[12] O.HORATA,a.g.e., c.1, s.69
[13]A.SAYILI,a.g.e., s.91.
[14]A.SAYILI,a.g.e., s.90.
[15] A.SAYILI,a.g.e., s.XIII-XIV.
[16]ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.395.
[17] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, s.52.
[18]ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.368.
[19]ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.35.