Barışı koruyucu faaliyetlerin jeopolitik çıkarlara feda edildiğinin son örneği Beyaz Zambaklar Ülkesinin NATO üyeliği.
Finlandiya’nın katılımıyla, NATO RF (Rusya Federasyonu) arasındaki sınırlar iki katına çıkmış oldu.
Dünya’nın en mutlu ülkesi sıfatıyla anılan Finlandiya’ya bu üyelik, gelecekte ne kazandıracak ne kaybettirecek hep birlikte göreceğiz.
Bir sosyal demokrat olan ve ilginçtir ki NATO’ya giriş süresince büyük gayret sarfeten başbakanlarının seçimi kaybetmesi, Finlilerin bir kısmının bu üyeliği endişeyle karşıladığını göstermektedir.
İsveç Başbakanı Kristerson’un da parti liderliğinden istifa eden Sanna Marin’in seçimden yenik çıkmasının nedenlerini irdeleyerek, siyasi geleceği açısından daha doğru kararlar alması için de eline bir fırsat geçmiştir.
Esasen katılım sürecinin cevabının verileceği yer 349 milletvekilli parlamento değil, İsveç halkının kendi iradesinin referanduma yansıtılmasıdır ki, hala da gecikmiş sayılmazlar.
Tarafsızlık politikası mı, RF’nin tehdidi altına yaşamak mı? Karar vermesi gereken halkın ta kendisi olmalıdır.
Dini ve insani değerlere yapılan saldırıları ifade özgürlüğünde gören İsveç Hükümeti’nden sonra, İdari Mahkemesinin Kuran-ı Kerim yakmak isteyen kişilere güvenlik nedeniyle izin vermeyen polis kararını haksız bulması, zihinleri yakacak türden.
İsveç’in 3’lü mutabakat şartlarını “TAM” yerine getirmesi söz konusu olmasa bile, Türkiye’nin 11-12 Temmuz 2023 NATO Liderler Zirvesi’nin hemen öncesi ya da hemen sonrasında “OLUR” vereceğini ifade etmek için kahin olmaya gerek yok.
Ve öyle bir an gelecek ki; ittifak içerisinde görev alacak İsveç askerlerinin uluslararası operasyonlarda din ayrımı çerçevesinde hareket edebileceğini görmemiz söz konusu olabilecektir.
8 bin Müslüman erkeğin katledildiği Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde, Birleşmiş Milletler adına görev yapan ve katliama göz yummakla suçlanan Hollandalı askerlere “iade-i itibarda” bulunulduğunu, hatırlamakta yarar var.
“Lafla peynir gemisinin yürümediği” sözünün bu kez de yerini bulduğu yer TBMM oldu.
Her fırsatta ABD ve NATO karşıtı politik mesajlar veren TBMM çatısı altındaki siyasi oluşumların, Finlandiya’nın üyeliğine “TAM DESTEK” vermesi oldukça düşündürücüdür.
ABD ve müttefikleri için gelinen durumsa tam anlamıyla “eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir” kavramındadır.
RF; şu an için Ukrayna’da taktiksel üstünlük sağlamış gözükse de Finlandiya’nın üyeliğiyle hem askeri ve hem de siyaseten önemli bir kayıp vermiştir.
Önümüzdeki yıllarda batı yanlısı bir hükümetin işbaşına gelmesiyle Belarus’u kaybetmesi de olasılık dahilindedir. Zaten AB ve ABD’nin ışıltılı dünyası hangi ülke ve halklarını etkilemiyor ki?
Derin devletin kontrolünde olan ABD başkanı Joe Biden’in hamlelerinin yerini bulduğu da apaçık ortadadır.
Dünya siyasetinin yeniden yazıldığı bu dönemde, küreselciler yargı önüne çıkartılmış olan eski Başkan Donald J. Trump’ın “Önce Amerika” söylemini boşa çıkarmış oldu.
Çin’in Ortadoğu ve Avrasya’da yükselen gücü ile bölgesindeki ülkelerle yaşadığı krizler, Hint-Pasifik’te beklenmedik sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.
Nükleer denizaltı programı “AUKUS (Avustralya-İngiltere-ABD)”un jeopolitik dengeleri değiştirmesi ve yüksek olan gerilimi daha da artırması bekleniyor.
Bölgedeki istikrarı güçlendirmek için üç müttefik ülkeye ilaveten gelecekte Japonya, Güney Kore ve Pakistan’ı NATO üyesi görmemiz söz konusu olabilir mi?
Haddizatında; S 400’lere sahip olmasına rağmen F-35 teklif edilen ŞİÖ üyesi Hindistan’ı da…
Hedef dün olduğu gibi öncesinde SSCB, sonrasında RF ve bugünlerde RF ve Çin’se.
Zaten; son iki NATO liderler zirvesinde alınan kararlar bu yönde değil miydi?
Son sözse; “Türkiye şekillenen yeni dünya düzeninde risk ve fırsat algısını doğru yönetmelidir…”
İsmet Hergünşen