Türk Yunan ilişkilerinde yarım asra damga vuran en önemli olaylar 1974 Kıbrıs, 1987 Ege Kıta Sahanlığı ve 1999 Bölücü Terör Örgütü Lideri Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’a gidişidir.
Krizlerin bir başka halkası da uzantıları bugüne kadar dayanan 1996 Kardak’tır.
Her iki ülke silahlı kuvvetlerini karşı karşıya getiren bu kriz de strateji sadece siyaseti kuvvetlendirmemiş, politika da rasyonel bir araç olarak kullanılmıştır.
Ege Denizi’ndeki tarihsel, jeopolitik ve hukuki boyutları içeren sorunlar dizini iyice karmaşık bir boyut kazanmıştır.
Bu krizin temelinde de deniz sınırlarının belirlenmesi, hava sahası, kara suları, egemenlik hakları ve enerji kaynakları gibi konularda çatışan iddialar bulunmaktadır.
30 Ocak 1996’da Türk ve Yunan savaş gemileri ile komandolarını karşı karşıya getiren EGEAYDAAK (Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) sorunu, “Figen Akat” adlı bir Türk yük gemisinin tesadüfen Kardak Kayalıklarına oturmasıyla başlamıştır.
Kayalığa Yunan Bayrağı dikildiğinde, Türkiye tarafından gösterilen siyasi irade ve SAT harekâtını içeren askeri müdahale Yunan askerinin geri çekilmesiyle sonlanmıştı.
Askerin başarısı sayesinde Ege Denizi’nde güç dengesi biraz daha Türkiye yönüne kaymıştı.
Ortaya konulan kararlı tutum ve sahadaki askerin varlığı Yunanistan’a o gün için geri adım attırmış olsa da bugüne kadar olan gelişmeler Türkiye’nin istemediği bir yolda ilerledi.
Gerilim süresince gösterilen düşmanlık bölgede her iki ülke halklarının birlikte yaşayabilmesinin formülü olması gerekirken, arkasının gelmesi mümkün olmadı.
Elde edilen durum üstünlüğü günümüzde zafiyete uğramış görüntü vermektedir.
Yunanistan yarattığı bu krizle, kendisine verilen hükümranlık haklarını daha kötüye kullanma ve krizden fırsat yaratma gayretine girişmiştir.
Halen 20 ada ve iki kayalık işgal edilmiş ve son günlerde de Zürafa Kayalıkları Yunanistan’ın hedefi haline gelmiştir.
Yunanistan’ın ardı ardına yapmış olduğu hamleler Anadolu Yarımadasını kuzeyden güneye kapatma ve Türklerin denizlere açılmasını engelleyecek niteliktedir.
İmzacı olmayan devletleri bağlamayan Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni maksimalist çıkarları doğrultusunda kullanma anlayışıyla Ege Denizi’ni bir ¨Yunan Gölü¨ haline getirme çabalarına devam etmektedir.
Böyle bir durumda Akdeniz ve Türkiye’nin doğu sahilleri arasından geçmek zorunda kalan Türk denizcileri Yunan karasularından seyretmek zorunda kalacaklardır ki; bu durumu kabullenilmesini beklemek boşuna bir çabadır.
Deniz yetki alanlarına ilişkin kararlılığını vurgulayan TBMM’nin dostane bir ikaz içeren 1995 tarihli ¨Casus Belli/Savaş Sebebi¨ kararıyla hukuki, stratejik ve politik gerekçeler de tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Türk sahillerine yakın epeyce adaya sahip olan Yunanistan’ın, son yıllarda bazı adalarını ABD’nin harekât ihtiyaçları için üs olarak tahsis etmesi ülkemiz güvenliği için kaygı vericidir.
Aşırı silahlanmaya giden Yunanistan’ın adaları ardı ardına işgal etmesine sessiz kalınmasında arzulanan nedir? Anlamak mümkün değil.
1923’den bu yana Lozan Barış Antlaşması’nı savunan ve mevcut durum siyaseti güden Türkiye’nin amacı güçler dağılımının devamını sağlamak ve korumaktır.
Yunanistan ise her fırsatta güç ilişkilerini ters yüz eden, NATO ve AB’de Türkiye karşıtı mevzilenen bir politika sürdürerek kendi lehine bir değişim içerisindedir.
Bölgedeki istikrarın kalıcı olması ve uluslararası deniz ticaretinin aksamadan sürdürülmesinin yolu her iki ülke için ortak bir deniz olan Ege’nin dostluk köprüsü olmasından geçmektedir.
BM şartının 33’üncü maddesinde kayıtlı, üzerinde karşılıklı olarak mutabık kalınacak barışçı çözüm yollarıyla sorunun çözümlenmesi her iki ülke halklarının yararına olacaktır.
Son zamanlarda başlatılan diyalog sürecinin her iki ülke beka ve refahına önemli kazanımlar sağlaması, sancılı coğrafyaya güven vermesi olasılık dâhilinde görülmelidir.
Yine de temkinli olunmasında yarar vardır.
Son sözse; “geçerli strateji geçmişin ders ve deneylerine dayanır.”
İsmet Hergünşen