RUM ORTODOKS KİLİSESİ’NİN KIBRIS’TAKİ KARAR ALMA SÜREÇLERİNDEKİ ETKİSİ (8)

İsyan Sonrası

Hakikat gazetesi 511’inci sayısında yayınladığı bir yazıda kilisenin Enosis ve Megali idea çerçevesindeki çalışmalarını değerlendirerek, İngiliz yönetimine çağrıda bulunuyor ve kilisenin siyasetle uğraşmasını önleyecek yasal düzenlemeler yapılmasını istiyordu. Bu dönemde İngiliz yönetimince kilisenin etkinliğini ortadan kaldırmaya yönelik çabalar kapsamında, Kıbrıs Türklerinin bu yöndeki çağrılarının da ciddiye alındığını görmekteyiz. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin bu durumu, Koloniler Bakanlığı’nda yapılan toplantılarda ele alınarak, öneriler geliştiriliyordu.

1931 Kasım ve Aralık aylarında yapılan toplantılarda ortaya çıkan öneriye göre; Kıbrıs’ta Müslümanların mallarının Evkaf Dairesi aracılığıyla İngiliz yönetimince denetim altına alındığı gibi, Hıristiyan mallarının da bir vakıf yönetimine alınarak, kilisenin mallarının da denetim altına alınması ve bu şekilde kiliselerin kontrol altında tutulmasının sağlanması düşünülmekteydi. Kıbrıs Valisi Storrs tarafından da desteklenen bu önerinin ne kadar uygun olduğunu vurgulamak üzere Storrs tarafından hazırlanan 6 Şubat 1932 tarihli bir raporda, kilisenin mal varlığını artırma adına uygunsuz yardımlar toplanıldığı, kilisenin para kaynaklarının Enosis hareketinin desteklenmesi için kullanıldığı saptaması yapılmakta ve sınırsız para kaynaklarının denetlenmesi öngörülerek; “Ortodoks Kilise, Ada’daki tartışmasız en büyük toprak sahibidir. Kilise’nin mali kaynakları, ayrıca uzun zamandan beri bir soruşturmaya konu olabilecek nitelikte görünmektedir… Örneğin, 1925’de Kitium piskoposu, Yasama Konseyi üyeliği seçiminde aday olduğunda, seçim masraflarını karşılayabilmek için kilisenin mallarını ipotek etmişti… Hükümet (bu konuda) ayrıca doğrudan ilgilenmektedir. Çünkü kilise, ayaklanmacı Enosis hareketini yıllardan beri maddi açıdan desteklemiştir, bu amaçla kiliselerde açıktan bağışlar toplanmıştır…” denilmekte ve kilise malları ve kaynaklarının yönetim ve kullanımıyla ilgili bir soruşturma başlatmak maksadıyla bir komisyon kurulması için izin istenmektedir. Kilisenin toplumsal ve ekonomik gücü ile politika üzerinde ne kadar etkin olduğunu kanıtlayan önemli bir yabancı belge olma özelliği taşıyan Vali Storrs’un bu raporundaki soruşturma önerisine, Koloniler Bakanı tarafından izin verilmemiştir. Bakan Cunliffe-Lister’inStorrs’a yazdığı cevap mektubunda , soruşturma izini vermeme gerekçesi bile, kilisenin politika ve politikacılar üzerindeki baskısını göstermekte ve bu etkinin sadece Ada’daki politikacıları değil, Ada dışındaki ve hatta Rum ve Yunan olmayan politikacıları da kapsadığını vurgulaması bakımından önemlidir. Bakan sözkonusu mektubunda, böyle bir soruşturmayı yürütecek yeterli nitelik ve nicelikte personelin Kıbrıs İngiliz yönetiminde bulunmadığı gerekçesini öncelikle belirtmekle beraber, ardından “Ortodoks topluluğu karşımıza alacak bir işe girişmemiz de doğru değildir” diyerek asıl gerekçeyi ifade etmektedir.

Kıbrıs’ta kilisenin politik arenadaki rolünü en etkin anlatan yabancı kaynaklı belgelerden biri de 1933 yılında, Vali Storrs’un yerine atanan yeni Vali Stubbs’un 16 Ekim 1933’te Sömürgeler Bakanı’na sunduğu rapordur. Rum Ortodoks Kilisesi’nin Ada’daki etkinliğini kırma çabalarının bir devamı niteliği taşıyan bu raporda Stubbs, “Enosis’in etkisiz hale getirilmesi için önce kilisenin etkisiz hale getirilmesinin koşul olduğunu ve eğer kilisenin Kıbrıs’taki toplumsal etkinliği ortadan kaldırılırsa Pan-Helenizm’in söndürülebileceğini, bütün önlemlere karşın kilisenin güçlük çıkarmaya devam etmesi durumunda, kilisenin mali kaynaklarını ve mallarını denetlemek üzere bir soruşturma komisyonu kurulmasının doğru olacağını” belirtiyordu. Koloniler Bakanlığı üst yönetiminde destek bulan Stubbs’un bu önerisi bu kez, Stubbs’dan sonra Ada’ya Vali olarak atanan Palmer tarafından uygun görülmeyecektir. Vali Palmer, Koloniler Bakanı Parkinson’a yazdığı “Gizli” ibareli mektubunda belirttiği, “…Şu anda Kilise, bütün çürümüşlüğüne rağmen anti-komünisttir…” ifadesi ile kiliseyi Ada’da gelişmeye başlayan komünist faaliyetlere karşı kullanacağını açıklamaktadır. Bir başka ifadeyle, kendilerine karşı tehlike olarak gördükleri iki unsuru birbirlerine karşı bir denge unsuru şeklinde kullanarak, klasik İngiliz “böl-yönet” politikası uygulayacağını göstermektedir.

Bu arada 16 Mart 1933’te ölen Başpiskopos 3. Cyril’in yerine başpiskopos seçimi yapılmasına İngiliz yönetimi olanak tanımaz. Kilise, seçim için sürgündeki Kitium ve Girne piskoposlarının Ada’ya dönmesi gerektiğini, onlar dönmedikçe bu seçimin yapılmasının yasal olmayacağını belirtir. İngiliz yönetiminin buna izin vermemesi üzerine başpiskopos seçimi yapılmaz ve başpiskoposluğa, Baf piskoposu azılı EnosisçiLeontiosLeontiou vekalet eder. Leontios, ateşli demeçleri ve devam eden Enosis faaliyetleri nedeniyle İngiliz yönetimi tarafından para cezasına çarptırılır. 1938-40 yılları arasında da göz hapsinde tutularak Baf Belediye sınırları dışına çıkması yasaklanır.

II. Dünya Savaşı Dönemi ve Sonrası

II. Dünya Savaşı’nda, önce İtalyanların, ardından Almanların Yunanistan’a saldırması ve Girit’in Nisan 1941’de Almanların eline geçmesi, Kıbrıs’ta başlangıçta İngiliz Kızılhaçı’na bile yardım yapılmasını engelleyen kilisenin yaklaşımını değiştirdi ve İngiltere’nin Yunanistan’ı kurtarması için ona destek sağlamak amacıyla Kıbrıslı Rumların asker yazılmalarını teşvik etmeye başladı. 1931 isyanından beri İngilizlere karşı saldırgan ve kışkırtıcı bir tutum izleyen Baf piskoposu ve başpiskopos vekili Leontios, son gelişmeler karşısında ağız değiştirerek, 30 Ekim 1940’da Türk, Yunan ve İngiliz bayraklarıyla donatılmış bir giysi içinde halka hitabında; “Geçmişteki anlaşmazlıklar unutulmalıdır. Tanrının ve büyük müttefiklerimiz İngiltere ve Türkiye’nin yardımlarıyla savaşı kazanacağız” ifadeleriyle, milli emellerine ulaşma adına her yolu denemekten çekinmeyeceklerini açıkça ortaya koydu. Bu ifadeleri İngiliz Sömürgeler Bakanı’na gönderdiği raporda belirten Kıbrıs Valisi, aynı raporda bu gelişmeleri “Kilisenin siyasi fırsatçılığı” şeklinde nitelendiriyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte İngiliz yönetimi Kıbrıs’ta siyasi faaliyetlere konan yasakları kısmen hafifletir. 1941 yılında kurulan komünist AKEL partisi, bunu fırsat bilerek kendisine bağlı İşçi Sendikası PEO ile birlikte güç kazanmak için Enosis politikasını benimser ve Rum Ortodoks Kilisesi ile Enosisçilik yarışına tutuşur. Yunan ulusal günlerinin kutlanmasında ve 1943 yılında yapılan belediye seçimlerinde kilise ve AKEL’in desteklediği adaylar, kıyasıya bir Enosis propagandası yürütürler. Kutlama törenleri ve seçim mitinglerinde her iki tarafın adayları da kendilerinin daha çok Enosisçi olduğunu kanıtlama yarışına girer. Savaştan sonra sürgündeki Yunan kralının tekrar Yunanistan’a dönmesiyle birlikte her taraf Yunan bayraklarıyla donatılırken kiliselerde de ayinler yapılır. Konuşma ve vaatlerdeEnosis’in artık gerçekleşme zamanının geldiği vurgulanır . O günlerde yayınlanan Ateş gazetesi “Maraş’ta Şenlikler” başlıklı haberinde bu tür kutlamalarla ilgili bilgiler vermekte, Yunan kralı Yeorgio’nun Yunanistan’a dönüşü nedeniyle St. Nikolas kilisesinde ayinler yapıldığını, evlere, dükkanlara, kulüplere Yunan bayrakları çekildiğini belirtmekteydi .

TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK


CO 67/245/15; Gürel, a.g.e., s.144.
2A.g.e., s.145.
3 CO 67/251/3; Gürel, a.g.e., s.144.
4A.g.e.,s.146; CO 67/254/4.
5 Gürel, a.g.e., s.10, (CO 67/398-10; Kıbrıs Valisinin Sömürgeler Bakanı’na gönderdiği 30 Ekim 1940 tarihli gizli yazıdan naklen)
6 Sabahattin İsmail, “Kıbrıs Sorununda Kilisenin Olumsuz Rolü”, s. 16, http://www.sabahattinismail.com. seriyaz/19.doc
7Ateş Gazetesi, 2 Ekim 1946, sayı 5.