RUM ORTODOKS KİLİSESİ’NİN KIBRIS’TAKİ KARAR ALMA SÜREÇLERİNDEKİ ETKİSİ (11)

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurulma Sürecinde Kilise

Bu gelişmeler olurken İngiltere, Türkiye ile Yunanistan’ı 30 Haziran 1955’de Kıbrıs konusunun görüşüleceği “Doğu Akdeniz Savunması ve Kıbrıs Meselesi” konulu seminer için Londra’ya davet etti. Türkiye derhal, Yunanistan ise bir çekincenin ardından davete olumlu yanıt verdiler. Başpiskopos Makarios ise, Kıbrıs konusuna Türkiye’nin de dahil edilmiş olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor ve Kıbrıslıların bulunmadığı bir konferansın uygun olamayacağını, başarı için konferansın self determinasyon esaslarına dayanması gerekliliğini ifade ediyor ve konferans öncesi özellikle Yunanlı politikacıları her zaman olduğu gibi etki ve baskı altına alma çabası gösteriyordu. Bu uğraşların sonuç verdiğini, Yunan Başbakanı’nın başpiskoposu konferans öncesi görüşmeler yapmak üzere Atina’ya davet etmesinden anlıyoruz. Sadece sonuç vermekle kalmayıp, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Makarios’un Yunan Başbakanı’ndan garanti aldığını daMakarios ve Papagos arasında, 14 Temmuz’da yapılan görüşme sonunda yayınlanan duyurudan öğreniyoruz. Bu duyuruda; “Başbakan Papagos, eğer üçlü Londra görüşmeleri tatmin edici bir sonuca ulaşmazsa dilekçenin dokümanlarının 20 Ağustos’a kadar BM‘e sunulacağına ilişkin Makarios’a garanti vermiştir” denilmektedir.

Başbakan’dan önce 12 Temmuz’da Yunan Dışişleri Bakanı Stephanopulos da Başpiskopos Makarios’la bir görüşme yapmış, bu görüşme sonunda yapılan Dışişleri Bakanlığı duyurusunda da “Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda, self determinasyona dayanmayan herhangi bir çözüm önerisini kabule hazır olmadığına ilişkin Stephanopulos’unBaşpiskoposa garanti verdiği” bildirilmektedir. Bunlar yetmezmiş gibi, Makarios’un bu iki görüşmenin hemen ardından, 16 Temmuz 1955 tarihinde düzenlediği bir basın toplantısında söylediği, “Londra Konferansı’nın alacağı kararlar eğer Kıbrıs Rum halkının özlemleri doğrultusunda olmazsa, bu kararların altında Yunan hükümetinin imzası olsa bile bunları tanımayacağını” açıklaması ve gerekirse Yunan hükümetiyle yollarını ayırmaya hazır olduğu imasıyla da, Yunan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nı kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirdiğini, Onlar’ın politik görüşlerini baskı ve etki altına aldığını görüyoruz. Nitekim 29 Ağustos-7 Eylül 1955 tarihleri arasında yapılan Londra Konferansı’nda Yunanistan’ın görüşlerini açıklayan Yunan delegesi, başpiskoposa verilen sözler çerçevesinde, Kıbrıs halkına self determinasyon hakkı tanınması üzerinde ısrarcı oldu. Türkiye’nin, Ada’nın statükosunun değiştirilmesine karşı olduğu, değişecekse de Ada’nın Türkiye’ye devredilmesi şeklindeki görüşlerini açıklayan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise, self determinasyon ilkesine tümüyle karşı olmamakla birlikte; “Self determinasyon, ancak birbirleriyle iyi geçinen ve birbirlerine muhasım olmayan cemaatler ve topluluklar için mevzubahis olabilir. Şu halde Kıbrıs halkı için self determinasyon’dan evvel müstekar bir huzur ve sükun devresine ihtiyaç vardır. Şiddet hareketlerinin önlenmesine ve kilisenin siyasete karışmasına mani olunmasına lüzum vardır. Aksi takdirde, bugünkünden daha vahim vaziyetler hasıl olabilir” ifadesi, Kıbrıs’ta kilise ve din adamlarının politika ve politikacılar üzerinde etkili olduklarının ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti devlet adamı tarafından ve resmi ağızdan, uluslararası bir platformda vurgulanması bakımından önemlidir. Zorlu’nun henüz o tarihte belirttiği, “Kilise’nin siyasetteki etkinliğinin engellenmemesi durumunda, gelecekte daha olumsuz olaylar olacağı” görüşü de maalesef doğru bir öngörü olarak 1955-58 ve 1963-74 döneminde kilise organizasyonunda düzenlenen olaylarla acı şekilde doğrulanmıştır.

Konferansın 6 Eylül’de başlayan ikinci bölümünde İngiltere, daha önce de gündeme getirdiği Ada’ya muhtariyet verilmesi teklifini ortaya attı. Bu teklif de ilgili taraflarca kabul görmedi. Zaten Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu ve Rum Toplumu Lideri Makarios’un baskısıyla konferansa gelmiş bulunan Yunan heyetinin self determinasyon dışında kabul edebileceği bir düşünce bulunmuyordu. Nitekim konferanstaki Yunan heyeti henüz resmi kararını konferans başkanlığına bildirmeden, Kıbrıs’taCikko Manastırı’nda Başpiskopos Makarios bir konuşma yapıyor ve “Koşulları ne olursa olsun herhangi bir özerklik önerisini kabul etmeyeceklerini, böyle bir öneriyi Kıbrıslıların reddettiğini” ilan ediyordu. Bu baskılar altında da Yunan tarafının cevabı belli oluyordu. Büyük umutlarla toplanan konferans, bir sonuç alınamadan 7 Eylül’de dağıldı. Böylece Kilise, bir politik sahnede daha rolünü istediği gibi oynamış oldu. Ancak burada belirtmemiz gereken bir önemli konu da Londra Konferansı’nda Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin ve Yunanistan’ın tüm karşı girişimlerine karşın, İngilizlerin Rumlara karşı Türkiye kozunu oynadığını görüyoruz. Dolayısıyla bu tarihten itibaren Türkiye, etkin bir aktör olarak Kıbrıs sahnesindeki yerini alıyordu.

İngiliz Hükümeti, başarısızlıkla sonuçlanan Londra Konferansı’ndan sonra, Kıbrıs Valisi olarak İngiliz Genelkurmay Başkanlığı’ndan yeni emekli olmuş Mareşal Sir John Harding’i görevlendirdi. Londra Konferansı’nda Rumları Türkiye’nin varlığıyla korkutan İngiltere, Vali Harding aracılığıyla, Türkleri tamamen dışarıda bırakarak başpiskoposla uzlaşma arayışına girdi. 3 Ekim 1955’de Ada’ya gelen Harding, hemen ertesi günü, 4 Ekim saat 1700’de başpiskopos’la Ledra Palas’ta bir toplantı yaptı.

Vali Harding, başpiskopos ile görüştüğü günün bir gün sonrasında da üç grup halinde Türk liderlerle görüştü. Türk liderler ile yapılan toplantılar genel konuların görüşüldüğü sıradan görüşmeler şeklinde gerçekleşirken, Vali Harding, Makarios ile 7 ve 11 Ekim tarihlerinde birer görüşme daha gerçekleştirdi. Bu görüşmelerin temel amacı, Türk toplumu hiçe sayılarak, sanki Ada’nın tek söz sahibi Başpiskopos Makarios’muş gibi özerklik konusunda başpiskoposu ikna etme çabalarıydı. Londra Konferansı’nın ikinci bölümünde Mac Millan planı olarak gündeme gelen ve Ada’nın özerkliğini öne çıkaran planın başpiskopos tarafından kabul edilmesi için Harding yoğun çaba harcıyor, Makarios ise self-determinasyondan asla taviz vermiyordu. 7 Eylül’deki görüşmeden sonra Vali Harding, radyodan Kıbrıs halkına hitaben bir konuşma yaparak, özerkliğin gelecekleri için uygun bir yöntem olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Burada Vali Harding’in aslında hitap ettiği hedef kitle, Kıbrıs Rum Toplumu’dur. Çünkü kilise önderliğinde Rumların talebi, self determinasyon yoluyla Yunanistan’a ilhaktır. Harding- Makarios görüşmelerindeki anlaşmazlık noktası da Makarios’un self determinasyondaki ısrarıdır. Görüşmelerin her aşamasında yeni “tavizler” koparan Makarios, planda self determinasyon için kesin garanti verilmediği gerekçesiyle Harding’in önerilerini kabul etmedi ve Harding- Makarios görüşmelerinin birinci bölümü başarısızlıkla sonuçlanmış oldu. Bu başarısızlığın ardından Ada’da EOKA tarafından gerçekleştirilen terör hareketlerinde de artış oldu. Makarios 16 Ekim’de Akatu köyündeki konuşmasında; “Bizim self determinasyon isteğimize karşı İngiliz cevabı Hayır’dır. Onların teklifleri Mac Millan planıdır. Kıbrıs’ın buna cevabı da Hayır’dır” ifadeleriyle, hem görüşmelerin çıkmaza girmesinin nedenini kendince açıklıyor, hem de kendisinde Kıbrıs’ın tüm halkı adına cevap verme hakkını görüyordu.

Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin yayın organı durumunda olan ve kilise matbaasında İngilizce olarak basılan Times of Cyprus gazetesinin 30 Kasım 1955 tarihli sayısında, Atina’da çıkan haberlerden alıntı yapıldığı bildirilen habere göre, Londra’yı ziyarete giden Vali Harding, dönüşte 21 Kasım’da Makarios’la gizli bir görüşme yaptı ve Makarios’a özerklik ve Anayasa ile ilgili bazı yeni tekliflerde bulundu. Makarios, adı geçen gazeteye verdiği röportajda, böyle bir görüşmenin gerçekleştiğini ve teklifleri reddettiğini belirtiyordu .

1956 yılının ilk günlerinde Vali Harding’in özerklik konusunda Başpiskopos Makarios’u ikna çabaları yeniden başladı. Ancak, Harding, Makarios ile toplantı yapmadan önce, 7 Ocak tarihinde Dr. Fazıl Küçük Başkanlığındaki Türk heyetini kabul ederek, fikirleri alınmadan herhangi bir yönetim şeklinin kabul edilmeyeceği garantisini verdi. Daha sonra Harding- Makarios arasındaki ilk toplantı 9 Ocak’ta, birinci safha toplantılarının gerçekleştiği yer olan Ledra Palas yerine, Lefkoşa’daki İngiliz Kilisesi’nin bitişiğindeki, İngiliz Başpiskoposu JackAdeney’in evinde, yoğun emniyet önlemleri altında, gizli olarak yapıldı ve bitimini takiben herhangi bir açıklama yapılmadı. Toplantıdan sonra Times of Cyprus’a açıklama yapan Makarios, kendilerine yapılan tekliflerin 21 Kasım’da yapılandan çok farklı olmadığını bildirdi ve görüşmeden herhangi bir olumlu sonuç çıkmadı.

Görüşmelerden olumlu sonuç alınamaması üzerine, İngiliz Sömürgeler Bakanı Alan LennoxBoyd Kıbrıs’a geldi. 29 Şubat günü vali ve bakan, Makarios’la bir kez daha yüzyüze görüşme olanağı yarattılar. Bu görüşmede bakan, Makarios’a, Kıbrıs’ta gerçekleştirmeyi düşündükleri yeni anayasal düzenin kurulmasında işbirliği yapmayı teklif ederek, ayrıca başpiskoposun Ada’daki terör ve şiddetin durdurulması yönünde tüm nüfuzunu kullanması konusunda garanti vermesini istedi . Beklenildiği gibi bu görüşme de başarısızlıkla sonuçlandı. Doğal olarak Makarios, Ada’da terör ve şiddetin sona ermesini sağlayacak bir açıklamayı kesinlikle yapmadı ve Ada’da şiddet de devam etti. Artık bir uzlaşma olasılığı da kalmadı. 1955 yılı başından itibaren özerklik konusunda çaba gösteren İngiliz yönetimi, daha önce de belirtildiği gibi bu çalışmalarında, Türk Toplumu liderlerini dışarıda tutarak, sanki Ada’da tek söz sahibi Rumlarmış gibi Rum Toplumu Lideri ve Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Makarios’la uzlaşma yolunu seçmişlerdi. Bu davranış biçimi de Makarios’un elini güçlendirmiş ve uzlaşmaya yanaşmamasına, Enosis emelindeki isteklerini öne çıkarmasına ve bu emelini destekleyen şiddet hareketlerine olan katkısının artmasına olanak sağlamıştı. Bu gelişmelerden sonra Kıbrıs’taki terör ve şiddetin sorumlusu olarak görülen Başpiskopos Makarios, uzlaşma konusunda sabrı tükenen İngiliz yönetimi tarafından 1956 Mart’ında Seyşel Adaları’na sürgüne gönderildi. 9 Mart 1956 tarihinde, Girne Piskoposu Kiprianos, Girne piskoposluğu yazmanı PolikarposYuannides, Lefkoşa Faneromeni Kilisesi papazı PapastravrosPapatangelu’yla birlikte Atina’ya gitmek üzere geldikleri Lefkoşa Havaalanı’nda tutuklanan Makarios, saat 16.15’te bir RoyalAir Force uçağıyla başlangıçta Mısır’a götürüldü, oradan da Hint Okyanusu’nda Seyşel Adaları’ndaki Mahe Adası’na sürgün edildi. İngiltere Dışişleri Bakanı Selvin Lloyd, 11-13 Mart 1956 tarihinde Ankara’ya giderek Türk hükümeti yetkilileriyle Kıbrıs konusunda görüşmelerde bulundu. Bu konuşmaların ardından Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte başpiskoposun sürgüne gönderilmesi üzerine şu açıklamayı yaptı: “Hükümetimizin kanaatine göre, İngiltere hükümeti, Başpiskopos ile yaptığı müzakerelerde mümkün olan azami tavizleri göstermek hususunda hatta çok ileri gitmiştir. Başpiskoposun bütün gayesinin, Kıbrıs’ın mukadderatı üzerinde yegâne muhatap ve sahibi salahiyet kimse sıfatını iktisab etmek olduğu bu müzakerelerden açıkça anlaşılıyor”.

Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü de, 28 Mart 1956’da World WidePress Service ve Agence Opera Mundi ajanslarına verdiği demeçte taraflar arasında anlaşmaya varılamamasının sorumlusunun III. Makarios olduğunu açıkladı.

26 Kasım’da İngiliz yönetimi tarafından Kıbrıs’ta olağanüstü hal ilan olundu. Tüm bu tedbirlere ve Makarios’unSeyşel Adaları’na sürgüne gönderilmesine rağmen, kilisenin desteğindeki terör ve tedhiş sona ermedi. Aksine daha da şiddetlendi. Şimdi şiddet hareketlerinin hedefi yalnızca İngilizler değildi, artık Türkler de hedef olarak seçilmişti.

Bu arada İngiliz Hükümeti, Ada’nın özerkliği konusundaki çalışmalarına, anayasa komiseri olarak atadığı LordRadcliffe’nin koordinatörlüğünde, Temmuz 1956’da tekrar başladı. 14 Temmuz’da LordRadcliffe Kıbrıs’a gelerek çalışmalara başladığı gün, Etnarhia yapmış olduğu toplantı sonunda, “Radcliffeile işbirliği yapmayacaklarını, bunun sadece Makarios tarafından yapılabileceğini” belirten bir bildiri yayınlayarak, yapılacak çalışmalara bakış açısını vurgulamış oluyordu. LordRadcliffe’nin Ada’da bulunduğu bu zaman içerisinde Rum yetkililer, kendisiyle görüşmeyi reddettiler. Türk ve diğer yetkililer ile görüşen LordRadcliffe, 2 Ağustas’ta Kıbrıs’tan ayrıldı ve 26 Eylül 1956’da ikinci kez Ada’ya geldi. Sonunda çalışmalarını tamamlayarak Ekim başında Ada’dan ayrıldı.

LordRadcliffe’nin Kıbrıs’ta yapmış olduğu çalışmalar sonunda hazırladığı Kıbrıs’ın özerkliğini sağlayan yeni Kıbrıs Anayasası , 19 Aralık 1956’da Londra’da Sömürgeler Bakanı, Ada’da da Vali Sir John Harding tarafından açıklandı. İngiltere hükümeti, iki kişilik bir heyeti, Makarios’un anayasa teklifi konusundaki görüşlerini almak üzere Seyşel Adaları’na gönderdi. Teklifi inceleyen Makarios, “Mevcut koşullar altında Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili bir konuyu görüşemeyeceğini” bildirdi. Bu şekilde Başpiskopos, Kıbrıs’taki siyasi gelişmelere bir kez daha direkt olarak etkisini koymuş oluyordu.

Nisan 1955’den Kasım 1956’ya kadar 196 kişiyi acımasızca katlettiği bilinen EOKA, 14 Mart 1957’de bir anlaşma teklif ederek Makarios’un serbest bırakılması durumunda, şiddeti geçici olarak durdurabileceğini bildirdi. Ada’daki terör ve şiddeti durdurmak isteyen İngiliz Hükümeti, başpiskoposunSeyşel Adaları’ndaki sürgün hayatına, 28 Mart’ta Kıbrıs’a dönmemek koşuluyla son verdi ve Türkiye ile Yunanistan’la birlikte Ada’daki sorunu çözmek için diplomatik temasları artırdı.

Bu arada iki yıllık görev süresini tamamlayan Vali Sir John Harding’in yerine, SirHughFoot’un atandığı 21 Ekim’de İngiltere tarafından açıklandı. Yeni vali, 3 Aralık 1857’de görevine resmen başladı. Bu arada Ankara ve Atina ile görüşmelerini sürdüren İngiliz Hükümeti, 1958 Mayıs’ında Kıbrıs Valisi, Ankara ve Atina büyükelçilerini Londra’ya çağırarak Kıbrıs politikaları ile ilgili yapmış oldukları son hazırlıkları ve çalışmaları koordine etti. Bu çalışmaların sonucu olarak Başbakan Mac Millan 19 Hziran 1958’de, İngiliz Parlamentosu’nda Kıbrıs’la ilgili yeni tekliflerini kamuoyuna açıkladı. Bu plan özetle, Ada’daki Türk ve Rum cemaatleri, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında bir ortaklığı öngörüyordu. MacMillan’ın açıkladığı bu planın hayata geçirilmesi ile Ada’daki olağan üstü hal yasaları kalkacak, başpiskopos ve beraberindekilerin Kıbrıs’a dönüşü sağlanacak ve hatta yakın bir zamanda Ada’nın egemenliği, Yunanistan ve Türkiye ile paylaşılabilecekti.

Henüz Kıbrıs’a dönmesine izin verilmeyen ve Atina’da bulunan başpiskoposun, Enosis amaçlarına hizmet etmeyen ve bugüne kadar Ada’daki Türk toplumunu yok sayarak yapmış oldukları politikaya tamamen ters düşen bu planı kabul etmesini düşünmek doğal olarak hayal ürünü olurdu. Gerçekten de Makarios, Vali Foot’un kendisine gönderdiği mektubuna verdiği yanıtta, “Bu planın kabul edilemeyeceğini, self determinasyonda ısrarcı olduklarını, ortaklık düşüncesinin uygun olmadığını ve konunun İngiliz Hükümeti ile Kıbrıslılar arasında görüşülmesi gerektiğini” belirtiyordu.

Türkiye, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 20 Haziran’da yaptığı açıklamayla “Planın ortaklığı içermesi nedeniyle Türk tarafının tezi olan taksim’e yakın olduğu gerekçesiyle kabul edilebilir, görüşülebilir” olduğunu belirtiyordu.

Bu gelişmeler üzerine Başbakan MacMillan’ınAğustos ayı başında Atina, Ankara ve Lefkoşa’da yetkilileri ikna etme amacı güden görüşmeler yaptığına tanık oluyoruz. Bu görüşmelerden birinin de Atina’da başpiskopos ile yaptığı birbuçuk saatlik görüşme olduğunu vurgulamadan geçemeyiz. Görüşmelerin tamamlanmasından sonra Londra’ya dönen MacMillan, adı geçen planda düzeltmeler yaparak, yeni planını 15 Ağustos’da Parlamento’da açıkladı . Bu planın da Enosis’e hizmet etmemesi nedeniyle, Başpiskopos Makarios ve O’nun görüşleri doğrultusunda hareket eden Yunan Hükümeti tarafından henüz tartışılmadan reddedildiğini belirtmeliyiz. Makarios yaptığı açıklamada, “Kıbrıs Rum Halkı’nın demokratik haklarını tanımayan, onlara hürriyet bahşetmeyen bir planı asla kabul edemeyeceğini” belirtiyordu. Burada başpiskoposun “demokratik haklar ve hürriyet” olarak sözettiği kavram, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakından başka birşey değildi. Böylece Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu bir kez daha Kıbrıs politikasında etken bir rol oynama çabası içerisindeydi. Başpiskoposla görüşen Yunan Hükümeti de konuyla ilgili olumsuz görüşünü 19 Ağustos’da İngilizlere resmi olarak bildirdi.

Dışişleri Bakanı Zorlu da, “Taksim tezi gözardı edilmedikçe, planın desteklenebileceğini” 25 Ağustos’ta basına açıkladı. Böylece Yunan ve Rum tarafının olumsuz yaklaşımına karşın, İngiliz ve Türk hükümetleri yeni planı uygulamaya geçirmek için çalışmalara başladılar. Kendilerine karşın planın Ada’da uygulanmasına karar verilmesi, Rum ve Yunanlıları telaşlandırdı. Yunan Dışişleri, bunun Lozan Antlaşması’na aykırı olduğunu açıkladı. Bu telaş içinde Başpiskopos Makarios, İngiliz milletvekili Barbara Castle’a Kıbrıs’ın bağımsızlığı teklifinde bulundu. Tüm gelişmeler ışığında İngiliz Dışişleri sözcüsü Selvin Llyod, İngiltere’nin MacMillan planını 1 Ekim’den itibaren uygulamaya kararlı olduğunu açıkladı. Bu plana uygun olarak Türkiye’den gönderilen Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi Burhan Işın da, 1 Ekim’den itibaren “Türk Temsilcisi” olarak Ada’daki görevine başladı . Böylece başpiskoposun ve O’nun görüşlerini destekleyen Yunan hükümetinin engelleme girişimlerine karşın, MacMillan planı Ada’da resmen ve fiilen uygulanmaya başladı.

MacMillan Planı’nı reddeden Yunan Hükümeti, Kıbrıs konusunu bir kez daha BM’e götürdü. 25 Kasım-5 Aralık tarihleri arasında konuyu görüşen BM Genel Kurulu, konunun taraflar arasındaki görüşmeler yoluyla çözülmesi önerisini kabul etti. BM’nin verdiği karar sonucunda, Paris’te, NATO’nun bakanlar toplantısında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri bakanları bir araya gelerek, Kıbrıs sorununu çözmek üzere görüşmelerin başlatılması için prensip anlaşması sağladılar. 18 Aralık’ta ise üç yıldan sonra ilk kez üç bakan bir masa etrafında toplanarak konuyu görüştüler. Paris’teki bu görüşmeden hemen sonra, Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları önce Ocak 1959’da Paris’te, Şubat başında da Zürih’te iki kez daha bir araya geldiler. Bu görüşmelerde Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasıyla ilgili prensip kararı alınarak, her iki tarafın başbakanlarının da katılacağı bir görüşmede son kararların verilmesi ve anlaşmanın imzalanması yönünde görüş birliğine varıldı. Bunun sonucunda Kıbrıs’ta bağımsız bir yönetim kurulmasına yönelik anlaşma, Türk ve Yunan Başbakanları tarafından, 11 Şubat 1959’da Zürih’te imzalandı. Ancak sözkonusu anlaşmanın uygulanabilmesi, İngiliz Hükümeti ile Kıbrıs Rum ve Türk Toplumları tarafından da onaylanmasına bağlıydı. Bundan dolayı ilgili tarafların temsilcileri konuyu görüşmek üzere Londra’da biraraya geldiler. Her üç ülkeyi başbakanlarının temsil ettiği toplantıda Kıbrıs Türk Toplumu Dr. Küçük tarafından, Rum Toplumu da aralarında bazı anlaşmazlıklara rağmen Başpiskopos Makarios tarafından temsil ediliyordu. Londra’da LancasterHouse’da iki gün devam eden görüşmeler sonunda Zürih Anlaşması ilgili tüm taraflarca kabul edilerek, 19 Şubat 1959 tarihinde imzalandı. Anlaşmanın imzalanmasından sonra da ilgili tüm taraflar, konuyla ilgili resmi açıklamada bulunarak, anlaşmada kabul edilen konuları, Kıbrıs sorununun çözümünde temel dayanak olarak kabul ettiklerini beyan ettiler. Bu açıklamalardan Başpiskopos Makarios’un ifadesi şu şekilde idi; “Kıbrıs’taki Rum cemaatini temsil eden Başpiskopos Makarios, Yunanistan ve Türkiye Hükmet Reisleri tarafından 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te tanzim edilip tasvip edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına müteallik vesikaları ve Birleşik Krallığı Hükümeti ile Yunanistan ve Türkiye Hariciye Vekilleri tarafından 17 Şubat 1959 tarihinde yapılan beyanları tetkik ederek bu vesikaları ve beyanları Kıbrıs meselesinin nihai hal tarzı hakkında üzerinde mutabık kalınan temel olarak kabul ettiğini beyan eder” .

Kıbrıs Türk Toplumu Lideri Dr. Küçük’ün aynı konudaki açıklamasının bir benzerini oluşturan bu ifadelerin burada vurgulanmasının maksadı, imza altına alınan sözkonusu anlaşma maddelerini Kıbrıs sorunundaki nihai çözümün temeli olarak kabul edeceğini belirten başpiskoposun, ilerleyen tarihlerde vermiş olduğu bu sözlere uymayacağını, verilen sözlerin ve kabul edilen anlaşmaların gerçekte Kıbrıs sorununu çözmeye yönelik değil, Enosis düşünü gerçekleştirmeye yönelik mevcut konjonktürü kullanma gayretleri olduğunu göstermektir.

TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK

Cyprus Mail, 15 Temmuz 1955.
A.g.y., 13 Temmuz 1955.
EvangelosAverof, Tositsa, İstoriaHamenonEfkerion, (Kipriako, 1950–1963), Atina, 1982, s. 74.
Ayın Tarihi, Eylül 1955, sayı 262, ss.164-171; Hürriyet, 2 Eylül 1955.
Cyprus Mail, 10 Eylül 1955.
A.g.y., 17 Ekim 1955.
Times of Cyprus, 30 Kasım 1955, s.1.
Cyprus Mail, 12 Ocak 1956.
Cyprus; Report of theyear 1956, Colonial Office, s. 3; Gazioğlu, 1960, a.g.e., s. 116.
Cyprus Mail, 14 Temmuz 1956.
LordRadcliffe’nin hazırlamış olduğu anayasa teklifinin ayrıntılı maddeleri için bkz. Gazioğlu, 1960, a.g.e., ss. 131-144.
MacMillan Planı’nın ayrıntıları için bkz. A.g.e., ss. 150-154.
A.g.e., s. 154.
Halkın Sesi, 21 Haziran 1958.
MacMillan yeni planının ayrıntıları için bkz. Gazioğlu, 1960, a.g.e.,ss. 155-156.
A.g.e., s. 157.
Halkın Sesi, 1 Ekim 1958.
Zürih Antlaşması’nın ayrıntılı maddeleri için bkz. Gazioğlu, 1960, a.g.e., ss. 182-192.
A.g.e., s. 193.